İlişkiler

Şu an olduğun kadınla barış!

Kabul ve eylem, sezgi ve mantık, akıl ve kalp. Enerjinin iki yönü, birbirlerine ateş etmeden, bir olabilmek, önce insanın kendi içinde ve sonra da ötekiyle kurabileceği bütünlük. Aşk ilişki, yolculuk. Herkes bunun peşinde, içimizdeki ilahi dişili bulmak ve ilahi erile kavuşmak. Kendi sistemi Dişilik Sanatı Seminerleri ile Shakti ve Shiva’yı, Yin ve Yang’ı birleştiren, Işıl Gence’yle aşkı, ilişkileri, feminen ve maskülen enerjileri konuştuk.

Biraz bize hikayenden, seni bu işlere başlatan süreçlerden bahseder misin? Bu yollara başlaman hangi nedenlerle ve nasıl oldu?

Merhaba Aycan, öncelikle çok teşekkür ederim bana bu fırsatı verdiğin için. Beni bu işlere hayat başlattı sanırım. Daha önce sorsaydın hayatımda yaşadıklarım başlattı derdim ancak şimdi biraz daha faklı düşünüyorum. Çünkü beni başlatan sebepler ayrı bir konu, buradan yol alarak devam etmek ayrı. Ama kısaca hikayemden bahsedeyim. Bundan yaklaşık 10 yıl önce âşık olup evlendim. Fakat işler istediğim gibi gitmedi. Şehir değiştirmiştim, kimseyi tanımıyordum ve iş bulamadım. Bu yalnızlık süreci beni, o zamanlar en kolay çözüm olarak görülen nefes terapisine yönlendirdi. Kendim için nefes terapisi aldım. Evet bana iyi geldi ve ondan sonraki yıllarda da eğitmenliğini tamamladım. Onları tamamlarken elbette biraz mühendis kafamla başka neler yapılabilir, diye düşündüm. Bu işin, geçmişi vardı geleceği vardı, nefes bizi ana taşısa bile aslında çok yol görünüyordu önümde. Böylece birçok farklı disiplinden koçluk eğitimleri aldım. O dönem spritüel disiplinler şimdiki kadar popüler değildi; yaklaşık 2009 ve sonrasından bahsediyorum. Yani şimdi birçok kişi sadece istediği için eğitimleri alırken, o zaman bu kadar geniş bir bakış açısı yoktu. Şöyle söyleyeyim ben bu süreçleri tamamlayıp, eşimden ayrılıp tekrar Ankara’ya döndüğümde Ankara’nın ilk nefes eğitmenlerinden biriydim. Çok da güzel sonuçlar alıyorduk, ancak o zaman bunun sadece bir başlangıç olduğunu, aslında bu yolun daha uzun olduğunu hissettiğim için olsa gerek, nefesin ve diğer koçluk eğitimlerinin yanında ruhsal eğitimler de almaya başladım. Eğitimler elbette çok önemli ancak her şeyin bir bütün olması gerekiyor. Bütünsel bir bakış açısı, bütünsel bir yaklaşım olmalı. Yani nefes bizi ana taşırken, koçluk hedeflere yönelmemiz sağlıyor ve burada ayağımız geçmişe takılabiliyor ki onunla da ilgilenip hepsini bir bütün şeklinde düşünmemiz gerekiyordu bence…

Ne gibi eğitimler aldın, bunların yaşam yolculuğundaki kilometre taşları nedir?

Nefes Eğitmenliği, Kuantum ve Bilinçaltı Koçluğu, Dönüşümsel Psikoloji Uygulayıcısı, Yaşam ve İlişkiler Koçluğu, Gestalt Koçluğu dışında birçok farklı alanda gelişim, enerji ve dönüşüm eğitimleri (EFT, Bilinçaltı Kodları, Thetha Healing, Mer-ka-ba, Reiki)

Ayrıca rehberlik ve eğitim aldığı, konusunda uzman ve değerli eğitmenler arasında Zeynep Alan Sevil Güven, Korkut Keskiner, Vernon Frost, Tony Robbins ve David Cornwell var.

‘Dişil ve Eril Enerji’lerin farkındalığı neticesinde aldığı eğitimlerini öğretilerine katılarak bütünleşme ve gelişme fırsatı bulduğu eğitmenler arasında Sukhvinder Sircar, Monika Nataraj, Aina Greta, Leyollah Antara da vardır. Hepsi benim için çok değerli. Hem kendimi anlamam hem de uzmanlığımı arttırmama sebep oluyor. Bence eğitimler ihtiyacımız olan zamanlarda karşımıza çıkıyor ve zamanı geldiğinde bize ihtiyaçlarımız veriyor. Aldığım her eğitim o zaman bana ihtiyacım olanı verdi.

 Dişilik Sanatı Sanatı Seminerleri veriyorsun ve bunun yaratıcısısın? Bu ihtiyaç nereden doğdu? Nasıl bir seminer bu? 

Ben bireysel ve grup çalışmalarımı yaparken bir süre sonra şunu fark ettim, sanki tek tek de olsa hep aynı çalışmayı yapıyorum. Sorunlar, ihtiyaçlar aynı ve ben kendimi hep aynı şeyleri söylerken ve aynı çalışmaları yaparken buluyorum. Çoğunlukla elbette bana kadınlar geliyor. Onların portrelerine baktığımda şunu görüyorum.  İşlerinde başarılılar, fıstık gibiler ve bana genelde bunları söylüyorlar: Mutlu değilim, ilişkilerim iyi gitmiyor, ben bu işin içinden nasıl çıkacağım, unutamıyorum, aşkı bulamıyorum, kendimi değersiz hissediyorum, sürekli veren taraf mı olacağım, terk edildim niye anlamıyorum, cinselliği yaşayamıyorum… Bu sorular ve ihtiyaçlar sonuçta benim işimi yapma sebebim. Hal böyle olunca kişisel gelişim, ruhsal gelişim hayatı güzelleştirmek, belki de istediği hayatı yaratmak gibi kavramlardan, öğretilerden bahsetmek için önce sıkıntılarına çözüm yaratmak gerekiyor. Yani gerçekten güzel ve başarılı bir kadın aldatıldığında, terk edildiğinde ruhsal olarak nerede olduğuna bakamaz, kişisel gelişim için adım atamaz. Atacaktır, atıyorlar da bunu bir örnek olarak söylüyorum ancak o an o kadar yüksek bir perspektiften bakamaz insan, özellikle bir kadın. Ama o yaşadıkları içinde böyle bir öfke, kalbinde böyle bir kırıklık, yaşamında böyle bir başarısızlık ve yıkımla, hadi biraz kişisel gelişelim, diyemezsin veya ben en azından diyemedim. Yani iyi ki diyememişim ve Dişilik Sanatı Semineri çıktı ortaya.  Ben semineri vermeye başladıktan sonra dişil ve eril enerji eğitimleri aldım. Yani o zaman fikrim vardı kendi eğitimim vardı ancak bilgiler sonra akmaya başladı. O zaman ismi başkaydı 2013’te Kuantum ve Dişilik sanatıydı, şimdi patenti olarak dişilik sanatı oldu.

Bu seminer 2 seviyeli bir seminer. Dişilik Sanatı I. Seviye’de dişil ve eril enerjilerin, öncelikle enerjilerini anlıyoruz. Sonra kuantum alan nedir nasıl işler ondan bahsediyoruz. Bilinçaltı boyutunda korkularımızla çalışıyoruz. İlişkilere yeni bir bakış açısı katıyoruz. Ve kalbimizden yaratıma geçiyoruz, gibi özetleyebilirim. II. seviye ise daha derin bir şekilde şifa çalışmaları içeriyor rahim bilgeliği, anne-baba şifası, içimizdeki tanrı ve tanrıçaları kapsıyor.

Dişil ve eril kavramları deyince, tam ne anlamamız gerekiyor, sanki artık her şey birbirine karıştı?

Çok haklısın. Elbette şimdi pandemi var, ancak hani şöyle bir geriye dönüp baktığımızda dengelerin karıştığını net olarak görebiliyoruz. Bunun birkaç nedeni var ancak öncelikle dişil eril kavramlarına bakalım.

Kâinatın yaratılışı ruhun iki güçlü enerjisinin, dişil ve eril enerji olarak ikiye ayrılmasıyla başlıyor. Dişil ve eril olarak ayrılan ve pozitif ve negatif olarak kutuplaşan enerjiler yaşamda birbirleriyle tekrar birleşmenin ve uyumun yollarını aramaya başlıyorlar. Dişil ve Eril Enerji; birçok öğretide karşımıza çıkıyor. Yaratıcı Dişil ve Eril Güç olarak Tanrıça ve Tanrı, İslamiyet’te Rahim ve Rahman, Hinduzim’de Shakti ve Shiva, Taoizm’de Ying ve Yang, Carl Gustav Jung’a göre arketip enerji kompleksleri olarak Anima ve Animus olarak adlandırılıyor. Bu iki enerji kutbu birbirleriyle yani kendi varlıklarının içindeki enerjisel zıt kutuplarıyla bütünleşmeden tam olarak var olamıyor, akışta kalamıyor ve yaratım gerçekleştiremiyorlar. Dişil ve eril enerjinin doğal olgusunu sadece cinsiyet veya beden olarak tanımlamak doğru olmaz. Kadın ve erkek olarak ayırmadan her insanda, gece ve gündüz, aydınlık ve karanlık kadar doğal bir biçimde var olan dişi ve eril enerjiler hem kendi içsel dengemizi hem de kadın ve erkek olarak öncelikle kendimizle ilişkimizi ve sonrasında bütün ilişkilerimizi etkiler.

Dişil enerji doğasında Ay’ın güçlü enerjisi vardır; gecenin içindeki karanlığı ve soğukluğu temsil eder. Eril enerji ise güneşin sıcaklığı ve aydınlığı ile bütünleşir.  Doğanın bu prensibi dişil ve erilin döngüsel yaratım gücünü bize şu şekilde anlatır: Eril enerji güneş gibi ışığı yaratır ve bu ışığı yayar. Ay yani dişil enerji ise, ışığı alır ve bu ışığı yansıtır. Ay ışık üretemez ama güneşin ışığını doğrudan alır, değiştirir ve yayar.  İşte doğada ay ve güneşin bu muhteşem döngüsü dişi ve eril enerjinin muhteşem döngüsü olarak karşımıza çıkar. 

Dişil enerji pasiftir, almayı ve üretmeyi temsil eder. Eril enerji ise aktif, hareketlidir ve vermeyi temsil eder. Yine doğanın yaratım gücünü temsil eder aslında bu iki enerji. Tohum toprağa düşer, beslenir ve ağaç olur, çiçek olur yaşam olur. Tohum erildir, toprak dişil. Bunu yaşamın yaratıcı boyutunda bedensel olarak örneklersek; erkeğin spermi hareketlidir sabit olan kadının yumurtasına özünü verir. Kadının yumurtası ise alıcıdır, aldığı özü çoğaltır ve bir bebek doğurur. Veren taraf eril, alan, yaşatan ve doğuran dişildir.

Enerjisel olarak imgelersek varlığın kanalının kapısı yani alıcı yönü dişil, kanalın çıkış kapısı ise erildir. Dişil enerji duyguyu temsil eder, eril enerji ise mantığı. Dişil tarafımız duygudur, en derin sezgilerimizdir, en ayrıntılı hislerimizdir. Altıncı hissimizdir, en bilge tarafımızdır, içimizden gelen sestir. Eril enerji mantığı temsil eder. Düşünen, hareket eden ve fiziksel eylem gerçekleştiren tarafımızdır. Dişil, evrenden enerjiyi alır ve eril onu dünyada hareket ile eyleme geçirir. Bu iki zıt kutup bütünleşirse uyum ve denge meydana gelir. Duygular yani sezgiler dişil gücümüz, mantık ve eylemle dengeli ve uyumlu olarak birleşebildiğinde, bütünleşir ve dünyada yaratım döngüsünü gerçekleştirir.

İçimizdeki dişil ve eril enerji yani bu iki zıt kutup karşıt enerjileri yani varlıklarının özünü tamamlayan taraflarını reddettikçe, içsel gerilim, uyumsuzluk ve dengesizlik yaratır. Bu durumu içimizde tanımlayamadığımız sebepsiz bir yarım kalmışlık, eksiklik, huzursuzluk duygusu ile yaşarız. Tam ve bütün hissetmemize engel olur; bu iki enerjinin dengesizliğidir. Kadın veya erkek olmamız fark etmez, hayattan alma ve verme döngülerimize bakarak bu dengenin uyumunu gözlemleyebiliriz. Hissedebiliyor muyum, sezgilerime güveniyor muyum? Hayatımda yaratıcı gücü yani almayı istediklerimi alabiliyor muyum? İçimizdeki alıcı, sezgisel, duygusal, pasif ve yaratıcı tarafı yani dişi enerjiyi onurlandırmamız gerekir. Altıncı hissimize güvenerek, duygularımızı hissetmeye izni vererek onu onurlandıralım.  Hayata ne katıyorum, verebiliyor muyum üretiyor muyum yani?  Yeterince aktif miyim, eyleme geçebiliyor muyum?  Aynı şekilde verici, aktif, objektif ve eyleme geçiren tarafı da onurlandırmalıyız. Planlarımızı, aktif bir şekilde eyleme geçirerek hayata verebiliriz yani üretebiliriz. Doğal dengeleri bu iki zıt kutbu bütünleştirerek, içimizdeki dişil ve eril enerji uyumunu sağlayabiliriz.

“Benim öncelikli işim kendimi dönüştürmek. Biz bir başkasını değiştirme gücüne sahip değiliz çünkü kişi ancak kendi istediği zaman değişebilir. Bu ilahi bir prensiptir. O yüzden ben kendimle ilgili çalışma yaptığımda hayatım değişiyor.”

Neden mutlu ilişkiler kuramıyoruz, kadınlar ne istiyor erkekler ne istiyor? Sana göre çözüm ne?

Biz mutlu ilişkiler kuruyoruz kurmasına da ancak uzun sürmeyebiliyor. Beklediğimiz gibi olmayabiliyor veya uzun sürse de yine mutlu olamayabiliyoruz. Aslında sadece ilişkiler olarak düşünmeyelim, biz hayatta sürekli bir mutluluk ve haz arayışındayız. Yani hayatımda her şey dört dörtlük olacak, ben de dört dörtlük olacağım ilişkim de dört dörtlük olacak ki ben mutlu olacağım. Hiçbir pürüz, hiçbir acı olmayacak ve her şey istediğim gibi olacak. Ayrıca karşımdaki kişi de böyle olacak… Yanılgısı mı diyeyim kodlaması mı şartlanması mı diyeyim, kafamızda hep bu var. Yani biz kafamızdakini gerçek hayata uyarlamaya çalışmakla gerçekleri kabul etmek arasında bir yerde mutluluk arayışı içinde yaşamaya çalışıyoruz. İşte tam o arada bilinçaltımız var.  Müthiş bir sistem öyle müthiş ki anne karnından 0-7 yaşa kadar her şeyi ama her şeyi kaydediyor. Orası ilişkiler ile ilgili korkularla ve kayıtlarla dolu. İlişkileri sorduğun için öyle diyorum. Yoksa para, sağlık… her şey ile ilgili korku ve kayıtlarla dolu. Üstelik aşırı bir travmatik olay yaşamasına gerek de yok… Daha travmatik olaylar erken kayıplar vs. gibi çok yoğun bir iz bırakıyor doğru ancak o yaşlarda elinizdeki bir gofreti alıp bizi itip kaçan biri de aynı şekilde travma yaratabiliyor. Çünkü mantık filtresi o yaşlarda devrede olmuyor. Şimdi, bizi itip elimizden bir şey almaya çalışan birine “Sen ne yapıyorsun,” diyebilme, karşılık verebilme ve kendimizi o an için koruma gücüne sahibiz. Ancak yaşımız küçükken, bu gücü bulamayabiliriz. Böyle böyle hala orada yaşadığımız zamanlar oluyor. O zaman temelleri atılan bilinçaltında yer eden korkular. Değersizlik, kaybetme, yalnızlık, güvensizlik…

Biz bu korkularla ilişkilere başladığımızda ve devam etmeye çalıştığımızda en sonunda yine bu korkularla baş başa kalıyoruz. Kendimizi değersiz hissediyor, karşımızdaki güvenilmez oluyor, gidiyor ve yalnız kalıyoruz. Burada kendi bilinçaltı korkularımız ile çalışmak gerekiyor. Çünkü yaşam bana dönüştüremediğim korkularımı yansıtıyor. Eğer kendim dönüştüremezsem sürekli olarak aynı şeyleri yaşıyorum. Bu kadar çalışma yaptım hani erkekler çok farklı şeyler istiyor kadınlar çok fraklı şeyler istiyor diyemeyeceğim. Yani erkekler sadece seks istiyor kadınlar ilişki istiyor klişesi bence artık rafa kaldırılmalı. Erkekler de kadınlar kadar ilişki içinde olmak istiyor, kadınların da erkekler kadar sekse ihtiyaçları var.

Buradaki çok önemli bir fark kadınlar ilişki içinde olmadıklarında seks yaptıklarında içten içe suçluluk duyuyor olması. Bir diğer konu biz kadınların bilinçaltı sebepli kafamızdaki ilişki modeli. Biriyle tanışırsın ona âşık olursun o da sana aşık olur evlenirsin çocukların olur ve sonsuza kadar mutlu yaşarsın.

Ancak öyle olmayabiliyor…

İşte yine bilinçaltı korkular sebepli, bağlı değil bağımlı ilişkiler içinde buluyoruz kendimizi… Çok da uzatmayayım, aslında ilişkilerimi korkularımla kuruyorum. Sevgi ilişkisi yerine korkularımı besliyorum. Kendi korkularımı bir başkası tarafından değişmesini umut ediyorum. Yeterince sevilirsem korkmayacağımı düşünüyorum. Ve sevilmek için kendimden vazgeçiyorum… Bence önce kendimi tanımalıyım. Ne severim, hangi alanlarda güçlüyüm, nerelerde zayıf kalıyorum ne isterim, sınırlarım ne, yaşam amacım ne? Bir kendime bakmalıyım, yargısızca… Önce bir kendimi kabul etmeliyim olduğum gibi. Sonra ne istediğimi belirlemeliyim. Yani kimseye kendimizi zorla sevdiremeyiz, kendinden düşün sevmediğin biri olsa zorla senin onu sevmeni sağlayabilir mi? Sağlayamaz… O yüzden ilk önce kendimle tanışmalıyım, bilinçaltıma bakmam gerekir. Ben kimim ne istiyorum. Nasıl bir insanla mutlu olurum. Bu karşıma çıkan ilk insanla mutlu olma çabasını da aşmış olur.

 Bu kadar seminerlerden süzdüğün ilginç hikayeler varsa paylaşabilir misin?

Aslında çok var. Yani o kadar çok paylaşım yaptık ve o kadar güzel sonuçlar aldık ki. Yeniden yaratımlar çok fazla, evlenenler, aşkını bulanlar, bebek sahibi olanlar, kilo verenler, bolluk bereket yaratanlar, ailesi ile barışanlar, kitap yazanlar, kariyerini değiştirenler, regl düzenleri oturanlar, menopozu terse çevirenler… Hepsi ayrı ayrı değerli benim için.

Hikayeler çok ancak en fazla duyduğum şey şu keşke önyargılarım olmasaydı da daha önce sizinle tanışsaydım…

KIYAS, KENDİMİZ OLMAMIZI ENGELLİYOR

Kendi değerini bilmek sana göre nasıl mümkün?

Aslında hepimiz biricik tek eşsiz olmamız rağmen kendi değerimiz ile ilgili yoğun bir eksiklik hissedebiliyoruz. Bu tabii öncelikle değersizlik korkumuz temelli değersizlik duygumuzun getirdiği bir sonuç. Yani bizim gelenek görenek örf adet yetiştirilme tarzımızda bir başkası daha değerli olabiliyor. Yani şu an ev düzenimiz öyle olmayabilir ancak eskiden salonumuz misafire özel kapalı kalırdı hatırlar mısın? Misafir aniden gelirse salon temiz olsun diye biz oturma odasında otururduk. Ki ben hiçbir zaman aniden gelen misafir görmedim çünkü misafir geleceği zaman 3-4 gün öncesinden hazırlık yapılırdı. Bunlar şimdi olmasa bile o zamandan bugüne taşıdığımız onlara daha önemli inancı oldu. Bir de tabii tam olarak kim oldukları bilinmeyen ancak bizimle ilgili sürekli konuşan, sanki her hareketimiz takip eden yargılayan ve gözetleyen ve olası en ufak bir yanlışı aile büyüklerimize bildirmekle sorumlu ‘elalem’ diye bir topluluk var. Biz uzunca bir süre elalem ne der diye büyütüldük. E doğal olarak da elalem ne isterse onu yaptık. Yine gördüğün gibi elalem bizden daha değerli. Şu ana kadar iki tane sağlam inancımız var, bunun üzerine değerli olmak için hatta sevilmek için dışsal koşullarında muhteşem olması gerektiği ekleniyor. Yani ben diğerlerinin belirlediği konularda iyi olursam değerliyim. Yeterince güzel olursam değerliyim, param varsa değerliyim, başarılı isem değerliyim, şurada oturursam, şurada çalışırsam, şu kadar param varsa, evli isem, ilişkim varsa, çocuğum varsa vs. Değerliyim. Diğer şartlarda değerli hissetmeyebiliyorum. Etti mi sana 3. Sonra da bu değerli hissetmeyi yaşadığımız ilişkilerde aramaya başlıyoruz. Bu her türlü ilişki işi arkadaşlık, aşk olabilir. Onlar bana değer veriyorsa değerliyim…

Halbuki işin şöyle bir ironisi de var ben kendime değer vermiyorsam değer de görmüyorum. 

Bence en önemlisi sadece kendimiz olduğumuz var olduğumuz ve biricik ve tek olduğumuzu hatırlamalıyız. Bilinçaltında değersizlik ile ilgili ne varsa şöyle bir bakmak önemli, orada kalan tortuları dönüştürmek gerektiğine inanıyorum. Sonra yaşamda önceliği kendimize vermek, kendi duygu düşünce ve davranışlarımızla önce kendimize gerekli ilgi sevgi ve değeri vermekle yükümlüyüz. Bu belki sağlıklı sınır belirlemek, belki bazı ilişkileri sonlandırmak, bazı davranışlardan vazgeçmek olabilir. Aynı zamanda kıyas enerjisini de bırakmak yani o öyle ben de öyle olmalıyım, o benden daha iyi o zaman onun gibi olmalıyım… Bu kıyas kendimiz olmamıza engel oluyor.

Biz dişil olunca eril enerji de değişecek mi?

Dişil enerji kadının feminen ve seksi olmasından çok daha derin ve farklıdır.  Dişil enerji yaratıcı, akışta, kabulde, teslimiyet içinde, anın tadını çıkartan ve anla birlikte akan, kalbi ve sezgileri temsil eden, çekici, şefkatli, bilgelik dolu olan ve şifayı içinde barındıran durağan ve içine alıp koruyan esnek ve yumuşak ve bolluğu temsil eden bir enerjidir.

Eril enerji ise ilerleyen, çözüm yaratan, odaklanan, rekabet eden, mantığı temsil eden, aktif olan, kavrayan ve sert/güçlü olmasına rağmen merhametli, ruhani, net ve bereketli bir enerjidir.

Bu açıdan baktığımızda biz değiştiğimizde zaten dünyamız, yaşadıklarımız değişiyor. Fakat ben değişeyim ve o değişsin bu yanılgısına düşmemek gerekiyor. Çünkü zaman zaman karşılaşıyorum karşımızdaki değişsin diye bir çalışma yapıyorsak işin özünü tam anlayamamışız demektir. Biz bu hayata kendi tekamülümüzü gerçekleştirmeye, öğretimiz almaya, belki de karmamızı dönüştürmeye geldik. Benim öncelikli işim kendimi dönüştürmek. Biz bir başkasını değiştirme gücüne sahip değiliz çünkü kişi ancak kendi istediği zaman değişebilir. Bu ilahi bir prensiptir. O yüzden ben kendimle ilgili çalışma yaptığımda hayatım değişiyor. Karşımdaki değişiyor mu evet ancak o frekanstaysa veya onunla buluşabileceğim daha yüksek bir noktada ilişki iletişim kurabiliyorum. Ancak değilse de artık hayatımdan çıkabiliyor.

Sana en çok hangi sorunlarla geliyor insanlar? 

Mutsuzluk, kendini iyi hissetmeme, aşk acısı, ilişki problemleri, hep aynı şeyleri yaşamak, her şeyi yaptım, çok teknikle çalıştım sonuç olmadı, değiştiremiyorum, istediklerimi elde edemiyorum, dişil enerjimi kullanamıyorum, eril enerjim çok fazla (kadınlar) kendimi sevmiyorum, kendime değer vermiyorum, ilişkilerde istediğim gibi davranamıyorum, yaşamdan zevk almıyorum, hep endişeliyim, mükemmeliyetçiyim, hayatım istediğim gibi gitmiyor, maddi sıkıntı içindeyim, umutsuzum, boşanma sürecindeyim.

Mutlu bir ilişkiyi yeniden mi öğrenmek zorundayız neden?

Aycan işin açıkçası bence mutluluk kavramını yeniden öğrenmek zorundayız. Yani ben hayatta mutlu olmayı öğrenemezsem kimse beni mutlu etmeyecektir. Edemeyecektir. Ben de kimseyi mutlu edemem. Eğer ben hayatımda asgari düzeyde mutluluk yaratamıyorsam ilişkimde hiç yaratamam. O zaman ya korkularımla bir ilişki kurarım ya egomla ya da sadece beklentilerimle… Böyle olduğunda görüyoruz ki ilişkiler böyle yürümüyor ve daha fazla mutsuzluk ve açıkçası yaşamda dengesizlik yaratıyor. Bu nedenle biz önce kendimizi mutlu edelim ve kimsenin de mutluluğundan sorumlu olmayalım. Bu çok ağır ve neredeyse imkânsız bir şey. Hayatı, aşkı, sevgiyi, cinselliği paylaşmayacağım ortak mutluluk yaratmayacağım anlamına gelmiyor ancak ben mutsuzsam sonuçta mutsuz bir ilişki içinde kalıyorum.

BENİM SİVRİ KÖŞELERİME ÇARPIYOR

Aşk mı ilişki mi? Aşkın sürmesinin sana göre koşulları neler, nerde çuvallıyoruz, ne yaparsak daha iyisine ulaşırız?

Ah ne zor bir soru… Aşkın tarifini kimler kimler yapmak istemiş de bulamamış. Türlü türlü aşk var, platonik aşk var, tutkulu aşk var, hastalıklı aşk var, takıntılı aşk var, ilahi aşk var…

Bir kitapta okumuştum aşık beyinde olanalar, paranoyak, takıntılı ve şizofren beyinde olanlarla aynı… Bir başka uzman da aman sakın aşıkken evlenmeyin demişti… Ki ben neden öyle olduğunu bizzat yaşayarak öğrendim. Aşkın doğasında kavuşamamak var bunu sadece fiziksel olarak uzak olmak anlamında almayın. Ne kadar aşıksan o kadar da karşılık bekler aşk. Fakat o deniz derya aşk duygusunda o tatmini yakalayamaz. Daha çok âşık olsun daha çok tutkulu olsun daha çok sevsin daha çok yapsın, etsin. Hiç dikkat ettin mi aşkta o da beni sevsin yoktur, benim olsun da ne olursa olsun vardır… Karşındaki ne yaparsa yapsın aşk kendini beslemek ister, biraz da bencildir açıkcası… Çünkü hayalleri ile beslenir. Çok yüksek frekanslı bir duygu. Şimdi bu aşkı ilişki içinde yaşadığımızda da hafif dalgalı falan değil epey fırtınalı oluyor… İlişki içinde kaldırması yürütmesi devam ettirmesi çok da kolay olmayabiliyor. Bu duygular biraz rahatladığında işte o zaman ilişki için 2 seçenek var ya aşkın bitmesi ya aşk+sevgiye dönüşmesi…

İlişki o arada evriliyor işte. Aşıkken hiç sorgulamadıklarını sorgulamaya başlıyorsun. Bu insan bana göre mi, bana ne katıyor, ben ona ne katıyorum, birlikte yaşamı paylaşabilir miyim, aynı evde yaşayabilir miyim, onunla bir aile kurabilir miyim? Seviyor muyum? Seviliyor muyum? Ki bence sevgi için zaman gerekir, yani aşktan oldukça farklı. Şefkat olacak ve sevginin yanında en önemlisi saygı olacak.

Soruna gelirsek bence aşkta da ilişkilerde de daha iyisine ulaşmak insanın kendini biraz yontması gerektiriyor. Karşı tarafı suçladığımız, memnun olmadığımız her an şöyle düşünün aslında benim sivri köşelerime çarpıyor. İsteklerime, beklentilerime, korkularıma, egoma, gölge yanlarıma, karanlık taraflarıma… Onları biraz yontmam gerekiyor. Onun dışında aşka ve ilişkilere bir anne, bir psikolog, bir başöğretmen gibi yaklaşmayalım lütfen… Karşımızdakinin ne annesi ne psikoloğu ne de başöğretmeniyiz… Böyle yaparak flört enerjisini kaçırıyoruz. Biraz flört edelim… Flörtün ne olduğunu hatırlıyoruz değil mi? Tatlı bir oyun. Güzel hissetmek ve güzel hissettirmek için oynadığımız oyunu hatırlayalım.

Son olarak her röportaj yaptığımız kişiye soruyoruz, senin için neler mümkün, diye… 

Bu soruyu pandemi öncesi sorsaydın çok farklı cevap verebilirdim. O kadar değişti ki… 

Müthiş güzel yüz yüze paylaşımlar dışında bir ekrandan da paylaşabilmek mümkün. Değişmek değişime ayak uydurmak mümkün. Planların suya düşmesi halinde yeni planlar yapabilmek mümkün. Kaybetmek de kazanmak da mümkün. Umut etmek mümkün. Yeni yollar açmak, katkı sağlamak mümkün. Kabul mümkün. Bir kitap mümkün. Ve sevmek mümkün. Tabii aşkın her hali de mümkün benim için.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.