Soler Family,1903 - Pablo Picasso
Uygulamalar

Satya Antar ile aile dizimini konuştuk

“Ailende böyle hikayeler varsa sen mutlaka bir aile dizilimi açtırmalısın. Bu yüklerden kurtulmalısın.”

Eğer duyduğumuz ya da kurduğumuz cümleler buna benziyorsa, biz bu aile dizilimini biraz yanlış anlamış olabiliriz. Son yıllarda iyice popüler olan bu yöntemin özünde aslında aileden gelen hikayeleri deşmek değil, onları görmek, tanımak, bu sorunları bilmek, farkındalığına çıkarmak, kabul etmek, onunla zenginleşip kendi hayatımıza dönmek yaklaşımı yer alıyor.

Kendi gözlerimle gördüm ki evlatlık verildiği için iş yeri koçu tarafından mutlaka aile dizilimine gitmesi önerilen bir kişi o kadar huzurlu bir hayat yaşıyordu ki hangi soruna çalışacağını bilemediği için gün boyu düşünmek zorunda kaldı. Günün sonunda bir dizilim açıldığında onu temsil eden kişi kendini çok güçlü, dengede ve iyi hissettiğini söyledi. Alan bize daha ne desin? Hiçbir şey zihnimiz ile kavradığımız gibi işlemiyor, başkalarının hayatları hakkında tahmin ve yönlendirme yapmak yerine kendimize bakmamız gerekiyor.

Bahsettiğim günkü çalışmayı yöneten Satya Antar ile aile diziliminin özünü, temel yasalarını ve bir dizim açtırmasak bile ondan nasıl yararlanacağımızı konuştuk.

Satya’nın, bir ünlünün yaşamı ya da korona salgını gibi konularda aile dizilimi bakış açısı ile yaptığı okumaları kendisinin instagram sayfasından okumanızı da ayrıca öneriyorum.

Bana çok sorulan bir soru ile başlamak istiyorum. Adın gerçekten Satya mı?

Bana da gerçek isminiz mi diye soruyorlar. Evet gerçek ismim Satya diyorum. Tabii ki ailemin verdiği bir isim değil, sonradan ruhsal yolculukta hocalarımın verdiği bir isim ve bir hatırlatma olarak beni kendime bağladığı için bu ismi kullanmayı tercih ediyorum.

Aile Dizilimi ile ne zaman tanıştın? Nasıl bir yolculuk?

2003 yılında tanıştım. 18 yıl oldu. Tabii ki bir dizilime katılarak tanıştım. Hiç bilgim olmayan bir alandı, çok etkilendim. İstanbul’a yurt dışından çok değerli hocaların geldiği zamanlardı. Fırsatım oldu ve pek çok hocayı izleyip onlarla dizilimlere katılma şansım oldu.

O sırada neler yapıyordun, mesleğin, ilgi alanların neydi?

Mimar Sinan Üniversitesi’nde sinema eğitimi aldım ve her alanında çalıştım sinemanın. Aile dizilimi ile birlikte meditasyon da girdi hayatıma. Osho’nun meditasyon teknikleri ile tanıştım ve gitgide hayatımın içerisinde daha çok yer almaya başladı. Yavaş yavaş böyle bir geçiş oldu.

Peki sen o ilk katıldığın dizilimde neler yaşadın? Hani ilk seferinde hepimiz bir şok yaşıyoruz ya…

Evet ben de şok oldum. Çünkü gerçekten hiç bilmediğim bir alandı. Birisi için toplanmış bir gönüllüler grubuydu. Hiç bilmediğim bir şey; bir anda insanlar ortadaki alana çıkıyorlar ve o duyguları dışa vuruyorlar. Bazıları hani rol mü yapılıyor diye sorguluyor ilk başta ama ben öyle bir hisse kapıldığımı hatırlamıyorum. Doğrudan bağlantı hissettim ve o duyguları yaşadıklarını gördüm.

Sen bir şifa buldun mu o gün?

Ben katılmadım, izleyiciydim sadece ama sanıyorum kabuğumda bir şey açtı, o sırada bir hareket başladı tabii ki.

Hiç bilmeyenler için şunu soracağım. Demin alan dedin, enerji dedin, rol yapıyorlar diyenler oluyor dedin. Aile diziliminde neler oluyor?

Aile dizilimi kişiyi ait olduğu grupla beraber ele alan bir sistem. Ait olduğu grup derken önce çekirdek ailemizden bahsediyorum; anne-babamız, kardeşlerimiz. Geriye doğru giderseniz onların anne babaları ve onların anne babaları; ait olduğumuz aile, sülale. Bir halka daha genişletirsek etnik grup olabilir, dini grup olabilir, kültürel grup olabilir. Daha genişletebiliriz, ulus olur, millet olur. Bu şekilde halka halka aslında hepimizin ait olduğu gruplar ve tabii ki bir bütün var. Aile dizilimi metodu da kişiyi bu bağlamda ele alarak çalışıyor. Kendi başına, hiçbir şeyle bağlantısı olmayan bir birey değil, bir topluluğa ait bir kişi olarak. Dolayısıyla da hayat içerisinde yaşadığımız zorluklar, tıkanıklıklar, ilerlemek istediğimiz ama ilerleyemediğimiz alanlara bu bağlamda bakıyor. Yani ailemizle olan bağlantılarımız bizim hayatımızı nasıl etkiliyor?

Olumlu da olabilir değil mi? Biz olumsuzlukları çözmek durumunda olduğumuz için bunu konuşuyoruz.

Aslında evet. Şimdi oraya da geleyim. Tabii ki kişi yaşamındaki birtakım sorunlara bakıp, odaklanıp onların arkasında ne yattığını anlamak için aile dizilimine geliyor. Ama nihayetinde gitmek istediği yer anne babasından ve tüm ailesinden gelen desteği, gücü alıp, ona sahip çıkıp kendi yaşamına dönmesi. Sürekli geçmişteki sorunlarla uğraşmak, deşmek değil, onları görmek, tanımak, bu sorunları bilmek, farkındalığına çıkarmak, kabul etmek, onunla zenginleşip kendi hayatına dönmek.

Bu benim dikkatimi çekiyor çünkü sürekli o geçmişteki olumsuzluklara bakıp onun acısını yaşatmak gibi eğilim oluyor bazı insanlarda. Aslında aile dizilimi tam tersi, yani orayı görüp, bakıp, kapatıp kendi hayatımıza dönmemiz için yaptığımız bir çalışma.

Mesela ben bereket problemi ile ilgili bir dizilim açtırıyorsam eğer, ailede bu konuyla bağlantılı olduğum bireylerle bir enerji alanı oluşuyor değil mi?

Evet çoğu zaman böyle. Aile Dizilimi genelde bir grup çalışması, kolektif alanda çalıştığımız için. Bireysel de çalışılabilir ama şekli şöyle; bir grup bir araya geliyor. Kendi meselesi ile ilgili çalışmak isteyen işi konuyu paylaşıyor ve benim de sorduğum sorular doğrultusunda bu mesele için ailede kimlerle çalışmamız gerekiyor, ona karar veriyoruz. Katılımcılar arasından kişinin ailesindeki bireyleri temsil edecek birileri seçiliyor ve dediğim gibi ortada, o alan dediğimiz yerde kişileri yerleştiriyoruz ve ortaya bir resim çıkıyor. Bu, kişinin içindeki bir resmin dışarıya yansıması gibi düşünülebilir. O resim içerisinde kişiler arasındaki ilişkiler, dinamikler görünür hale gelmeye başlıyor. Söylenmesi gereken sözler ortaya çıkıyor. Bazı bedensel hareketler ortaya çıkıyor. Bütün bunların ortaya çıkması ile resimde çoğu zaman bir değişim meydana geliyor. Bu resimdeki değişim kişinin kalbine, ruhuna, temas ettiğinde kişide de bir değişim başlıyor.

Yani görünmeyen alanda bir şey, hayata tesir ediyor gibi bir şey sanki değil mi?

Soranlar oluyor tabii, bunun bilimsel arka planı nedir, Ne oluyor orada da böyle oluyor diye? Mesela hiç tanımıyorum ama kişinin ailesinden bir anneanneyi, anneyi, bir ablayı temsil etmek üzere alana geliyorum ve birdenbire hiç tanımadığım, bilmediğim birisinin acısını hissetmeye başlıyorum. Gözlerimden yaşlar geliyor. Bazen çok daha şaşırtıcı bedensel semptomları gelmeye başlıyor, ağzın yana kayıyor mesela. Durmadan gülme isteği gibi birtakım belirtiler ortaya çıkıyor. Tabii insanlar soruyorlar, nasıl oluyor? Bir tiyatro mu var, ortada bir senaryo var da onu mu oynuyoruz, yoksa rol mü yapıyorlar? Bir senaryomuz yok. Önceden hiç kimse hiçbir şeyi bilmiyor. Bilimsel açıklaması nasıl olur dersen, ben bu alanda çok yetkin değilim bunu aktarmak için. Ama herkesin son yıllarda çok duyduğu, çok okuduğu bir kitap var: Seninle Başlamadı, Mark Wolynn. Orada özellikle nesiller arası aktarımının nasıl olduğuna dair bilimsel çok güzel bir anlatım var. Merak edenlere o kitabı öneririm. Pek çok çalışma gösteriyor ki nesillerden nesillere fiziksel özelliklerimizin aktarılması gibi pek çok şey, pek çok duygu, travma, yaşanmışlık ve enerji aktarılıyor. Tabii ki biraz önce söylediğim gibi hepimiz ailemize ve gittikçe genişleyerek bir bütüne ait olduğumuz için ve bütünün her parçası bütüne dair bilgiyi taşıdığı için, çalışmayı yaparken bir araya geldiğimizde, bu bağlantıyı hissettiğimizde her türlü bilgi de geliyor.

Bert Hellinger ile başlıyor aile dizilimi… Sonra ekollere mi ayrıldı?

Evet aslında ekoller var ama hani böyle resmi olarak bir ayrım görmüyoruz. Ama çalışanlara baktığında bu ayrımı görebiliyorsun. Benim hocalarım meditatif yaklaşımla aile dizilimi yapıyorlardı ve öyle öğretiyorlardı. Ben de o yolda ilerledim. Aile diziliminin temel yasaları ve uygulama metodu aynı benim gördüğüm kadarı ile.  Bert Hellinger’in ortaya koyduğu yasalar… Ama kişiler bunlara başka teknikler de ekleyerek birtakım çeşitlemeler yapıyorlar. İşte şamanik aile dizilimi, sistemik ritüeller diye duyuyorum. Zaten Hellinger’in aktardığı klasik aile dizilimi de kendisinin çalışmalarıyla aslında daha ileri bir boyuta gitti. Hellinger artık hiç konuşmadan, soru bile sormadan, kişinin yüzüne bakarak dizilimler yapıyordu, yani daha farklı bir tekniğe doğru gitmişti.

My Grandparents, My Parents, and I (Family Tree), 1936 - Frida Kahlo

My Grandparents, My Parents, and I (Family Tree), 1936 – Frida Kahlo

“AİLE DİZİLİMİ YETİŞKİN TARAFIMIZLA ÇALIŞIYOR”

 Bazen şöyle şeyler duyuyorum. Aile dizilimine gitmiş, çalışma yarım kalmış, daha beter çıkmış. Çok korkunç şeyler oluyormuş, insan depresyona giriyormuş gibi. Bunlar için ne dersin?

Burası zorlu kısmı… Birtakım kişisel gelişim çalışmaları var, ruhsal çalışmalar var. İçsel çocukla çalışılıyor mesela… Fakat aile diziliminin bundan farkı içimizdeki çocuk ile değil, yetişkin tarafımızla çalışıyor. Her ne kadar işte ailemden gelen yükleri atmak istiyorum gibi bir yaklaşımla gelse de insanlar, aslında tamamen kişisel sorumluluklarını üstlenmeleri gereken bir çalışma. Dolayısıyla buradaki sorumluluk nerede başlıyor? Önce kimle çalışacağını seçmek ile başlıyor. Daha sonra çalışmaya gittiğin zaman söylenen şeyi aldığında ve oradaki çalışmadan sonra sen de ortaya çıkan duygularla baş etmenle devam ediyor kişisel sorumluluk. Yetişkin tarafımızla çalıştığı için de aile dizilimi bizi kendi gücümüzü bulmaya yöneltiyor aslında. O yüzden de hiçbir zaman bir dizilimci olarak danışanı iyi hissettirmek, mutlu etmek, keyifli hissetmesini sağlamak gibi bir amacımız yok. Eğer olumsuz bir şeylerle karşılaşıyor ise onun bunu karşılayabileceğine, bunu taşıyabileceğine güvenerek onun gücüne saygı göstermiş oluyoruz. O yüzden de tabii ki bazen dizilimlerde hoşumuza gitmeyen şeylerle karşı karşıya gelebiliriz. Yine burada önemli olan şey hangi dizilimin hangi noktada kişinin içerisinde, kalbinde, ruhunda bir hareketi başlatacağını, ona o gereken adımı attıracağını biz bilemeyiz, biz karar veremeyiz. O yüzden aslında hiçbir dizilim yarım kalmıyor. Olması gerektiği yere kadar gidiyor. O kişi oradan ne alacaksa, ona ne dokunacaksa dokunuyor ve kişide bir hareket başlıyor. Daha sonrasında eğer olumsuz duygular geliyorsa da onlarla baş etmek tabii ki kişinin kendi sorumluluğunda. Ama tabii burada şöyle ince bir çizgide var. Şunu da duyuyorum, dizilimci çok sert, böyle hakaret edercesine kendi yorumlarını kendi yargılarını katarak, danışana o şekilde davranarak, onun kendisini özellikle kötü hissetmeye yöneltmesi de doğru değil. Dolayısıyla kişinin öncelikle tabii ki kim ile çalışacağını seçmesi lazım.

Buna neye göre karar vermeli?

Tabii ki kalbine göre karar vereceksin, o kişinin deneyimlerine bakacaksın. Belki hemen gidip ona bir dizilim yaptırmak değil, dizilime katılıp orada nasıl çalıştığını gözlemleyeceksin. Herkesin çok methettiği, çok beğendiği bir dizilimciye sen gittiğin zaman kalbine dokunmayabilir ve ben yaptırmayacağım diyebilirsin. Orada kişinin kendi sorumluluğunu alması gerekiyor Ve tabii ki dizilim sırasında ortaya bazen zor duygular, travmatik konular çıkabilir. Dizilimcinin de bunlarla baş edecek bir yetkinlikle, bağlantıda, sakinlikte bu durumu karşılaması ve orada gereken tutumu alması gerekir.

Diyelim ki kişinin bildiği bir aile travması var ama kötü hissetmiyor. Aile dizilimi yine de önerilir mi?

Eğer hayatında mutluysan, yaşam dolu hissediyorsan, işini seviyorsan, çevrende sevdiklerinle mutluysan, bir şeyler katabildiğini hissediyorsan, sağlığından memnunsan neden dizilim yaptırırsın ki?

ACIYI HAYSİYETLE TAŞIMAK DA MÜMKÜN

Orada yanlış yönlendirmeler olabiliyor gerçekten. Aile diziliminin popülerliğinin de verdiği bir şey.

Zaten hepimizin hayatında tabii ki pek çok mesele var. Bu topraklarda yaşıyoruz, pek çoğumuzun ailesi göçmen, pek çoğumuzun ailesi farklı kültürlerin bir araya gelmesi ile oluşmuş. “Bu bizim hayatımızı nasıl etkiler?” bakış açısı doğru bir bakış açısı değil. Evet merak ediyoruz, aile dizilimini yaptırmak istiyoruz ama “Benim ailemin geçmişinde şunlar şunlar vardı, acaba beni nasıl etkiliyor?” diye bir bakış açısı doğru değil. Bu meraktan, orayı kurcalamak ile ilgili. Ben bugün ne yaşıyorum, hayatımda ne meselem var ve onun arkasında ne olabilir diye bakıyoruz aile diziliminde. Bert Hellinger’in bir sözünü aktarmak isterim. “Kişi kendi acısını, kendi travmasını, aslında geniş anlamda kendi kaderini onurlu bir şekilde taşıdığı zaman bu ona güç verir” der Hellinger. Aslında biz aile dizilimi yaparken onlardan kurtulmaya çalışmıyoruz yaygın kanıda olduğu gibi. Tam tersi, kişiye onları kabul edip taşıma gücünü hissedip- taşıması gerekenleri tabii ki- onlarla birlikte yol alması için destekliyoruz. Hellinger, “Çok yoksul veya özellikle çocuğunu kaybetmiş bir ebeveyn bu acısıyla yüzleştiyse ve onu onuruyla taşıyorsa onun yüzündeki gücü, haysiyeti görürsünüz” diyor. Ona acımak, ah zavallı, ne acılar yaşadı diye yana yakıla yaklaşmak son derece saygısız bir tutum.

Tabii buradan da şuna bağlayayım; ailemizden gelen, taşıdığımız şeyler konusunda da dizilimler de görüyoruz ki biz aslında bunu böyle gündelik hayatta yaşadığımız şekli ile taşımıyoruz. Biz o taşıdıklarımızı gönüllü olarak, isteyerek ve büyük bir sevgiyle taşıyoruz. Anneannemiz küçük yaşta annesini kaybettiyse onun getirdiği yükü biz “Aman bundan kurtulayım” diye taşımıyoruz. Tam tersi sevgimizden dolayı taşıyoruz ama aile diziliminde kullandığımız terimle “kör sevgi”den dolayı taşıyoruz. O yüzden aile dizilimi şunun farkına varmamızı sağlıyor. Evet, ailemiz için bir şeyler taşıyor olabiliriz ama aslında bu taşıdığımızın o kişilere bir faydası yok, bazen saygılı bir tutum değil çünkü arkasında yine “O taşıyamıyor, ben de onunla birlikte taşıyayım” gibi bir tutum oluyor. O yüzden aslında dizilim bize taşımamıza gerek olmadığını gösteriyor. Yine de kişinin ruhu bu adımı atmaya hazır değilse bunu taşımaya devam etmek isteyecektir. Her şeye rağmen, bedeli ile birlikte onu taşıyacaktır. Dizilim bize ödediğimiz bedeli de gösterir. Bu yine senin kişisel bir sorumluluğun. Bunu taşırsın ve bunun da senin hayatında bir bedeli olur. Bunu kabul edip onuruna, haysiyetine sahip çıkarsan da gücünle devam edersin.

 AİLE DİZİLİMİNİN ÜÇ TEMEL YASASI:

AİDİYET, HİYERARŞİ, DENGE

Şimdi Aile Dizilimi’nin yasaları var. Bu röportajı okuyanların şöyle bir dönüp hayatlarına bakabilmeleri için bazı temel yasaları bizimle paylaşır mısın? 

Üç temel yasa var. Aidiyet Yasası, Hiyerarşi Yasası, Denge Yasası.

Aidiyet yasası diyor ki her birey hiçbir koşul olmaksızın ve eşit bir şekilde ailesine ait olma hakkına sahiptir. “Tabii ki öyle” diyor pek çok kişi bunu duyduğu zaman. Fakat pratikte yaşarken görüyoruz ki bazen aile bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde birini unutabiliyor. Bu kim olabilir? Örneğin çok küçük yaşta ölmüş bebekler, ölü doğumlar veya trajik bir şekilde 3 yaşında, 5 yaşında, 10 yaşında kaybedilmiş çocuklar veya gençler. Bunun anısı aileye çok acı verdiği için o yokmuş gibi davranırlar.

Kürtaj da buna giriyor mu?

Kürtaj da buna giriyor çoğu zaman. Ama anne babamızın arasında bir kürtaj olduysa, aslında o bizi değil, daha çok anne babamızı ilgilendiren bir konu. Ölü doğum var ise bizimle çok ilgili ama kürtaj değil. Olmamalı daha doğrusu, hiyerarşi ile ilgili. Bu şekilde çok acı veren kişileri aile hatırlamıyor. Bazen ölen çocuğun adını bir sonraki çocuğa vererek sanki o çocuk hiç olmamış gibi davranılıyor. O zaman da yine aile dizilimi terimiyle bu kişi dışlanmış oluyor sistemden. Bazen de bu gayet bilinçli bir şekilde yapılıyor. Örneğin ailedeki teyze, hala bir amca aileye utanç verici bir suç işlediyse ya da kumarbazsa, alkolik ise, akıl hastalığı veya bedensel engelli varsa eşcinselse, uyuşturucu bağımlısı ise aklınıza gelebilecek aileye utanç ve saklama ihtiyacı hissettiren herhangi bir durum varsa bu kişi yokmuş gibi oluyor. Bazen hatta “Senin öyle bir amcan yok, senin öyle bir dayın yok, sakın onun gibi olma” diyerek bu kişi yokmuş gibi davranılıyor. Aynı şekilde bu kişiler de sistemden dışlanmış kabul ediliyor. Bu birinci en temel yasa. Bunu yapabilirsiniz, aile diziliminin ahlaki yaklaşımı yok. Sadece yasaları ortaya koyuyor ve bu yasalar çiğnendiğinde ne olacağını gösteriyor. Bir kişi sistemden dışlandığında bunun daha sonraki nesiller üzerinde etkisi olduğunu çok çeşitli şekillerde görüyoruz. Çünkü kişinin kalbi, ruhu aileden o kişinin dışlanmasını kabul edemiyor. O kişiyi sisteme dâhil etmek niyetiyle -tabii ki de bilinçsiz bir şekilde- o kişi gibi davranmaya başlayabilir, o kişinin özelliklerini taşıyabilir, semptomlarını taşıyabilir, onun gibi olabilir, paralel birtakım şey olabilir. Bunu görüyoruz.

Bu enerji fizilsel bir durum olarak da ortaya çıkabiliyor mu?

Tabii fiziksel semptom olarak ortaya çıkabilir. Çok yaygın örnek alkolizm… Daha pek çok fiziksel semptom olabiliyor.

Alkolizm, ailede dışlanan kişinin alkolik olmasını gerektirmiyor değil mi?

Gerektirmiyor. Bazen alkolik kişiyi temsilen bir sonraki nesilden biri doğrudan alkolik olabilir ya da başka sebeple dışlanan kişiyi temsil ederken alkol yoluyla bu yapılır. Aslında kişi kendini toplum dışına itecek davranışlarda bulunur, aynı onun dışlandığı gibi kendi de kendini dışlayacak şeyler bulur.

Dizilim çalışmasının içinde eğer herkes için uygunsa dışlanan kişi tekrar sisteme dahil edilebiliyor ama sadece bu röportajı okuyarak ailede dışlanan biri olduğunu fark eden bir ne yapabilir?

Mesela bu röportajı okurken kendine sorabilir, biz kaç kardeşiz? Gerçekten iki kardeş olabilirsiniz veya unuttuğunuz, aslında ailenizin sizden önce doğan ilk bebeği vefat etti. Benim meditatif yaklaşımım bu şekilde olduğu için şöyle örnek veriyorum; gözünüzü kapatırsınız, kalbinizde ona bir yer vermek niyetiyle o kardeşinizi hayal edersiniz, belki bir resmi vardır belki yoktur, onu bir siluet olarak hayal edebilirsiniz Belki onunla konuşabilirsiniz bile. “Sevgili kardeşim seni unutmuştum ama aslında biz üç kardeşiz” diye.

Günlük yaşamında bir yansıma fark etmese bile bunu sevgi ile herkes yapabilir değil mi?

Kesinlikle. Bazen de farkına olmayabilirsiniz yaşadığınız şeyin veya sizin çocuğunuz daha sonra unutulmuş halasıyla, dayısıyla bağlantı kurmak isteyecektir. O yüzden siz kalbinizi ona açmalısınız. Aidiyet yasasına ait bir şey daha söyleyeyim; bireyler aile ait ve eşit şekilde olmalı.  Çocuklardan biri daha başarılı, diğeri haylaz diye geçiştirmek yine bir dengesizlik yaratıyor. Eşit derecede, akıl, başarı, güzellik gibi hiçbir koşul olmaksızın herkes eşit derecede ailede kendi yerine sahip.

Hiyerarşi yasası ne diyor?

Tamam. Hiyerarşide evet herkesin bir yeri var ve herkesin gelme sırasına göre, aileye katılma sırasına göre bir yeri var. Yani önce gelenler öncelikli, sonra gelenler sonra geliyor. Büyükler öncelikli. Günümüzdeki modern yapılarda daha çok çocuğu merkeze alan bir anlayış görüyorum. Çocuk bütün ailedeki her şeyin organize edildiği ve ona göre hayatın düzenlendiği bir kişi gibi. Halbuki ebeveyn sistem içerisinde öncelikli. Bu da ne demek? Sisteme ait kararları vermekte, düzeni belirlemekte, sınırları belirlemekte ebeveyn öncelikli, daha çok hakkı ve daha çok sorumlulukları var. Çocuk burada ikinci geliyor ve daha az sorumluluğu var. Hatta çoğu zaman belli bir yaşa kadar hiç sorumluluğu yok. Özgür ve hakları daha az. Daha sonra kendisi büyüyünce yetişkin olacak ve kendi ailesini kurduğunda -çocuğu olsun olmasın- yeni bir sistem kurduğunda orada kendisi öncelikli olacak. Bu yasa nasıl çiğneniyor? Bir sebeple çocuk anne babasının karşısında çocuk olmaktan vazgeçiyor. Yine tabii ki bilinçsiz bir şekilde. İşte çocuğun kör sevgisi bu. Anne babasını o kadar seviyor ki örneğin anne kendi bebeğini kaybetmiş olabilir, ebeveyni olmadan büyümüş olabilir ya da onlardan ihtiyacını alamamış olabilir, çocuk hiç farkında olmadan, bilincinde olmadan, düşünmeden daha çok küçük yaştan itibaren bunu seziyor, hissediyor ve “Annemin bir şeye ihtiyacı var, bir anneye ihtiyacı var veya bir babaya ihtiyacı var. O zaman ben onun yerine geçebilirim” diye kendi ebeveynlerine bir anne veya bir baba gibi davranmaya başlıyor. Bu da kendi çocukluğundan, özgürlüğünden vazgeçmesi anlamına geliyor. Hiyerarşi yasası bozulmuş oluyor ve daha sonra bu çocuğun hayatına etkileri oluyor tabii ki.

Oysa yaş kaç olursa olsun hiyerarşi değişmiyor.

Değişmiyor.

Annemize annelik babalık yapmak bizim toplumumuzda yaygın diyebilir miyiz sence?

Diğer toplumlarda da çok görüyorum. Aile dizilimi yasalarını pek çok yabancı gruplarda da katıldığımda gördüm. Her millette bu yasaların aynı işlediğini görüyorum. Bazen şekil değiştiriyor. Kültürel konular biraz farklı olabiliyor ama var.

Peki bunu yaptığımızı nasıl hissederiz? İyi bir evlat olmakla anneye anne olmak arasındaki fark çok hassas bir çizgi.

Önce şunu söyleyeyim, anne ile olan ilişkimiz bir kere çözülüp bitecek bir kenara koyulacak bir mesele değil. Hayat boyu süren bir şey. Defalarca bunu her seferinde hatırlayarak, hayattaki her yeni olayda tekrar farkına vararak, tekrar o pozisyonu almamız gerekiyor. Benim deneyimim de öyle. “Annemle konumu çözüm” deme şansımız yok.

Nasıl anlarız? Şöyle bir şey oluyor. Kişi anne ya da babasının karşısında çocuk olamadığında, bir ebeveyn gibi davrandığında, tabii ki bir ebeveyne ihtiyaç duyuyor. Biz büyüyoruz, yetişkin oluyoruz bedenlerimiz kocaman ama içimizde çocuk kalan bir taraf bu sefer hayatın başka alanlarında hep tatmin aramaya başlıyor. En kolayı tabii ki hemen partnerimiz bize ebeveyn gibi davransın, bütün ihtiyaçlarımızı biz söylemeden karşılasın, bizi hep mutlu etsin, koşulsuzca sevsin gibi. Bu durum otorite konumundaki başka kişilere de yönelebiliyor. Patronumuz ya da ülkeyi yönetenler benim adıma her şeye karar versin, benim için en iyilerini yapsın ve “O yaparsa doğrudur” şeklinde. Bazen çok yakın kız arkadaşlarımız bize anne gibi olsun, her istediğimi, her yaptığımı onaylansın veya her yapacağımı ona sorayım. Ne giyeyim, böyle mi giyeyim, şunu mu yapayım, sürekli böyle bir onaylanma ihtiyacı.

Yani aslında özlemini çektiğimiz anne babamızı dışarıda başka bir yerlerde arıyoruz. Sürekli bir hüsran oluyor tabii çünkü mümkün değil. Hepimizin bir tane annesi ve bir tane babası var ve o bizim için doğru anne baba. Ondan daha iyisini asla bulamayız.

Denge yasasına geçelim mi?

Annemiz, babamız, onların anneleri, babaları, dedelerimiz, çok eskiye kadar gidebilir; onlardan herhangi bir kişi herhangi bir eylemde bulunduysa ve birisine bir zarar verdiyse -malına, canına- ve bununla ilgili herhangi bir bedel ödemediyse, girmesi gerektiği halde hapse girmediyse, bazen haksız yere kazanç elde ettiyse daha sonraki kuşaklarda birisinin bu bedeli ödediğini görüyoruz.  Belki ailede “Senin öyle bir deden yok” deniliyordu ama sevgi ile bağlı olduğumuz için farkında olmadan içimizde şöyle bir mesaj taşıyoruz: Sevgili dedeciğim, seni çok seviyorum ve ben senin torununum. Ailemde senden bahsedilmek istenmese de… O yüzden senin borcunu ben öderim. Eğer sen birisinin malına mülküne el koyduysan ben de sürekli para kaybedeceğim, sürekli elimdekileri yitireceğim. Bu şekilde bir denge geliyor sisteme. Bir de partner ilişkisinde bir denge var ama onu da şimdi detaylandırmayayım. Kadın-erkek ilişkisinden alma-verme dengesi çok geniş bir konu ve yine bu denge yasası içerisinde.

Bir dizilime gelip bir seans almak, kendi dizimini yapmak evet bunlar çok güzel ama aslında bu bir bakış açısı. Hayata öyle bakmaya başladığımızda ve farkındalığımız bu yönde geliştiğinde, çok daha zenginleşiyor ve işte yine kendi gücümüzü, kapasitemizi daha çok hissetmeye başlıyoruz ve başkalarına da öyle bakmaya başlıyoruz.

Kendimize bakalım yani akıl vermeyelim gerçekten.

Kesinlikle öyle. Hiçbir zaman için dizimci de dahil olmak üzere hiç kimseye arkadaşına, eşine, dostuna, “Sen bir dizim yaptır, senin böyle bir şeyin olabilir” diye bir şey söylemek doğru değil. Kişi kendisi böyle bir şey hissederse, merak ederse, denemek isterse kendi gelmeli.

Yoksa gerçekten bir faydası da olmuyor, yani enerji alanı açmayabilir mesela o kişi değil mi?

Bir başkası için, sevgilisini mutlu etmek için geliyor ama tabii ki kendi kapalı olduğu için bir işe yaramıyor.

“ATALARIMIZIN DEVAM EDECEK GÜÇLERİ VARDI”

Her röportaj konuğumuzdan bir de mümkün mesajı istiyoruz. Sen bize ne söylemek istersin?

Dün akşam bir anda benim de aklıma geldi. Kullandığım bir kelime olduğunu fark ettim, mümkün… Aslında ailemizden gelen, anne-babamız vasıtasıyla bize hediye edilen hayatı her şeyi ile birlikte, iyi-kötü diye bir ayrım yapmadan, bu gelen paketinin içindekiler arasında işte bunu beğeniyorum şunu beğeniyorum diye bir ayrım yapmadan bütünü ile kalbimize almak mümkün. Geçmişte her ne olursa olsun. Ailemizde savaşlara, yokluklara, kıtlıklara, açlıktan ölümlere, büyük travmalara rağmen hayatın devam ettiğini görmek, onu kalbimize almak ve kendi yaşamımıza dönmek mümkün. Ve bu güzel hediyeyi onurlandırarak yaşamak mümkün.

Pandemi süreci başladığında bunu hem kendime hem başkalarını hatırlatmayı çok istedim ve yaptım zaman zaman. Biraz önce söylediğim gibi hepimizin ailesinde kendi vatanını bırakıp kilometrelerce yolu yürüyerek giden insanlar, açlık çekenler, tutsaklık yaşayanlar, esir düşenler, savaşlarda çocuklarını kaybeden kadınlar hepsi oldu ama devam ettiler. Devam edecek güçleri vardı. Dolayısıyla tam da işte böyle evlerimize kapanmış hastalık tehdidi varken, sevdiklerimizle yakınlık kuramazken, bunu hatırlayıp, benim büyüklerim bunu yaptı onlar devam etti, yapacak güçleri vardı dirayetleri vardı, aynı zamanda neşeleri, sevgileri, yaşam güçleri de vardı, bende de var.

Soler Family,1903 – Pablo Picasso

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…