Farkındalık

Neşe içimizde bir yerdedir, daima…


Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;
Mesut, sanki yanımda bir kadın varmış gibi. *

 

Ömrümün en güzel yoluydu…

Karım, böyle söyleyince neden bahsedeceğimi anlıyor ve gülümsüyor. Gülsün varsın. Kızıyor muyum güldüğüne, hayır bilakis hoşuma gidiyor.

Uzaklara gidiyormuşum da yanımda o varmış gibi…

Ne vakit o yolda yürüdüğümü hayal etsem, ki hayal ederken mutlaka arkam dönük ve elimden tutan bir adam olur, babam…

Ömrümün en güzel yoluydu, patikadan hallice toprak bir yolda, denize doğru akıp giden tarlaların yanı sıra yürürdük. Tam gündüzün o tozlu sıcağından şikayet edecekken her daim karşıda görünen mavilik içimizi sevinçle doldururdu. O sarı sıcak patikada eğer yeterince sessiz olursanız ve ağustos böcekleri de müsaade ederse tarlalardan gelen “çat, çat!” seslerini duyabilirdiniz. Bunlar “Beni al” “beni al” diyen karpuzların çatlama sesidir. İyice olgunlaşmışlardır ve insanoğlunun hemen tarla kenarında büyük bir iştahla kendilerini yemelerini ve çekirdeklerini oraya buraya saçmalarını beklerler. Diyeceksiniz ki kuşlar için bunu yapıyorlar. Hayır efendim, o karpuzlar biliyorlar ki, köyün insanları canları karpuz çektiğinde oturup bir tarla kenarına, ilk gelecek sesi beklerler: “Çat!”

İşte bu sesler arasında birkaç yüz metre geriden izlerdim iki adem oğlunu. Sanki başka bir kişiymişim gibi, nedendir bilmem. En az bir saat süren ömrümün en güzel yolunun bir yerinde mutlaka babamın elinden kurtulup, az ilerideki irice taşa, bir topa vuruyormuş hayaliyle tekme atardım. Sonra mutlaka yol kenarındaki hafif şarampole düşer ve yeni alınmış turuncuya yakın sarı kadife pantolonumun dizini yırtardım.

Yıllar boyu sürdü bu, ne zaman keyiflensem ömrümün en güzel yolunda buldum kendimi. O içimdeki kekremsi duygu, her an düşecekmişim de pantolonum yırtılacakmış hissi ana fikri oldu hayatımın…

Hiç mi mutlu zamanlarım olmadı?

Oldu tabii, hem de ne mutluluklar! Tadına doyamadığım anlar… Olmaya da devam edecek bunu da biliyorum.

Peki ama mutluluk niye üzerimde durmuyor, niye bir caz müziği gibi gelip geçiyor? (Edip Cansever’e selam olsun)

 Anlamıyorum eksik olan ne!

 Derken; sevgili Yaprak ses verdi!

 “Neşe konusunda yapılacak en önemli saptama onu mutluluk kavramından ayırmak olacaktır.”

Dergimizin yayın yönetmeni Yaprak Çetinkaya, ilk sayının konusunun neşe olduğunu söylediğinde anladım bunun yolumdaki işaret levhalarından biri olduğunu.

İşaret levhasının gösterdiği yola girip, neşe konusunu araştırmaya başlayınca işler değişti. Lafı uzatmadan hemen söyleyeyim, neşe konusunda yapılacak en önemli saptama onu mutluluk kavramından ayırmak olacaktır.

Biliyor musunuz Salinger ne demiş? “Mutlulukla sevinç arasında en belirgin fark mutluluğun katı, sevincin ise sıvı olmasıdır.”

Salinger’in 9 Öykü isimli kitabında bir öyküde geçiyor bu cümle ve daha önce okurken farkında olmamıştım. Ama şimdi bu farkındalık anında bu cümle ile ne yapacağımı bilemedim. Öyküyü defalarca okudum, eşime de okuttum, üzerine konuştuk.

Şunu fark ettim; mutluluk katıdır. Onu takip edebilir, tutabilir, bir bez parçasına sarıp saklayabilirsiniz. Ama neşe bir sıvıdır ve yapabileceğimiz tek şey akmasına izin vermektir başka kaplara da dolması için

Yazarın sevinç diye bahsettiği şey neşe. Peki neşe, mutluluk değilse, mutluluk ne o zaman?

NEŞE MUTLULUK DEĞİLSE…. MUTLULUK NE O ZAMAN?

En iyisi biz şöyle yapalım; neşe ve mutluluk arasındaki farkları maddeler halinde ortaya dökelim ne dersiniz?

  1. Maddi zevkler ve özveri

Neşe ve mutluluk arasındaki en göze çarpan farklardan biri, neye dayandıklarıdır. Mutluluk bir hediye almaktan, yeni bir rekor kırmaktan veya piyangoyu kazanmaktan gelir, daha maddi temelli bir duygudur ve hızlı bir şekilde gelip aynı hızla ayrılabilir.

Öte yandan neşe, daha çok başkaları için yapabileceklerinden gelir. Yaşlı bir teyzenin torbalarını taşımasına yardım ettiğinizde veya birinin faturalarını ödemesi için para verdiğinizde içinizdeki o sıcak duyguyu fark ediyorsunuz değil mi? Buna neşe denir. Yaptığınız iyi işlerde neşe bulursunuz. Birini kutladığınızda, takdir ettiğinizde de aynı şeyi hissedersiniz.

  1. Saf heyecan ve memnuniyet

Mutluluk bir tür harika habere yanıt olarak ani saf heyecandır. Neşelenirsiniz, alkışlarsınız, dans edersiniz, bunda tabii ki yanlış bir şey yok ama çoğu zaman sizi sevindiren geçici iyi haberlerdir ve genellikle bunu, gerçekleştiğinde bilirsiniz. Mesela bir seyahate çıkıyorsunuz ama yakında geri döneceksiniz.

Neşede ise memnuniyet vardır. Çok heyecanlı değilsin ya da tatile gitmiyorsun ama huzur içindesin. Memnuniyet, uzun vadeli duygulardan gelir. Bir süredir denediğiniz bir şeyi başarmanın, sonunda yapmaya karar verdiğiniz şeyi başarmanın verdiği keyiftir.

  1. Dış güç ve öz değer

Sevdiğiniz biri size sarılırsa, muhtemelen sizi mutlu edecektir. Size öğle yemeği ısmarlarlarsa, bu muhtemelen sizi daha da heyecanlandıracaktır. Her ne ise, sizi kişisel olarak etkileyen herhangi bir pozitif dış güç, büyük olasılıkla sizi mutlu hissettirecektir. Hediyeler sizi gülümsetir, iltifatlar moralinizi yükseltir ve şakalar sizi güldürür. Sizi mutlu eden tüm bu duyguların ortak bir yanı vardır: bir dış gücü içerirler. Dış güçlerin etkisini anlamak, neşe ve mutluluk arasındaki farkları görmenize yardımcı olur.

Kendiniz hakkında nasıl hissettiğinizin ise başkalarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Neşe, benliğinizin temelinin bulunduğu yerde bulunur. Bir kucaklama veya iltifat almadan da kendi öz değerinizi bilmenin sevincini hissetmelisiniz. 

  1. Duyulara karşı tepki

Mutlu olduğunuzda, hayatınızda iyi bir şeyler olup olmadığını belirlemek için duyularınızı kullandınız. Duyularınız, hem olumlu hem de olumsuz şeyleri tanıdıkları için, herhangi bir anda mutlu olup olmayacağınızı yönetir. Duyularınız, duygularınıza mutluluğun gelmesi ve gitmesi ile ilgili mesajlar iletir.

Ama olumsuz bir şey olduğunda ve duyularınız bu etkileri duygularınıza aktardığında bile neşe duyabilirsiniz. Artık mutlu olmayabilirsiniz ama nasıl tepki vereceğinize karar verme şansınız vardır. Ve içinizdeki neşeyi geliştirmeye devam edip etmeyeceğinizi belirleyecek olan, duruma nasıl tepki verdiğinizdir .

Neşenin azalmasının sebeplerinden birisi, her zaman olumsuz tepki vermektir, bunu aklımızda tutmalıyız. Çünkü işler ne kadar kötüye giderse gitsin, neşe içimizde bir yerlerdedir. 

  1. Geçici ve kalıcı

Mutluluk gelir, gider ve sonra gözlerini tekrar dışarıya çevirirsin. Bunun nedeni, mutluluğun sizi çevreleyen pozitiflikten türetilen bir duygu olmasıdır.

Olumsuzluk devreye girdiğinde, bazen bu iyi hissin kayıp gittiğini hissedebilirsiniz. 

Neşeye sımsıkı sarılırsan hayatının kalıcı bir parçası olabilir. Onu korumaya yetecek kadar kararlıysanız, hiç kimse bu süreci sizden çalamaz. Böylece, olan her şeyi yeni bir şekilde görmenize yardımcı olarak neşe, duygularınıza aşılanabilir.

 NEŞE DIŞ ETKİ İLE ÇALIŞMAZ, İÇERDEN GELİR

Her ne kadar yukarıdaki 5 maddede neşeyi mutluluktan ayırt etmeye çalışsak da, neşeli olmak çoklukla yanlış anladığımız bir konu. Mesela sevdiğin biri üzücü bir şey yaşarken nasıl bir sevinç hissedebilirsin? Nasıl gülebilirsin? Herhangi bir şeyden nasıl zevk alabilirsin? Bu acıya ihanet değil mi?

Hayır değil. Çünkü neşenin sizin koşullarınızla hiçbir ilgisi yoktur. Yani bir dış etki ile çalışmaz. Sizin durumunuza ait değildir. Neşe, koşullarımızın ötesinde bir şeyin, her şeyin temelinde olduğunu ve bizi bir arada tuttuğunu derinden bilmektir. Mevlana’nın deyimiyle, “Evinin eşyalarını çalıp çırpan bir keder sürüsü bile olsalar her misafire saygılı davran. Seni yeni bir mutluluk için hazırlıyor olabilirler.

Neşe bunu bilmek ve buna güvenmektir.

 Yakın zamana dek neşeli, iyimser, eğlenceli insanlara kızdığım bir bakış açım oldu. Dünyada bunca dert, tasa, trajedi varken bu bana incitici geliyordu.

Hep şuna inandım; bize kim olduğumuzu ve neden burada olduğumuzu en çok öğreten genellikle hayatın en trajik dönemleridir. Evet, travma büyümeye yol açar. Acı bizim en büyük öğretmenimiz olabilir çünkü acı anında, travmanın pençesindeyken gidecek başka bir yerimiz yok. 

 NEŞE DE ACI GİBİ… İYİ BİR ÖĞRETMEN

Peki bu dersi almak için illaki travma mı yaşamak lazım, acı mı çekmek gerek?

Trajedi yaşayan insanlar, deneyimlerinin ardından minnettar olmayı nasıl öğrendiklerinden sıklıkla bahsederler. Acı onlara, her ana ve her güne kıymet vermeyi öğretir. Dersi almak için acı anına kadar bekleriz oysaki ders her zaman oradadır, öğrenilmeyi bekler.

Peki ya acıya olduğu kadar neşeye de yaslansaydık; ona bir öğretmen ve rehber olarak güvenseydik; kollarımız düşene kadar ona sarılsaydık; sesimiz yıpranana kadar onunla gülseydik.

 Acı iyi bir öğretmen, anladım…

Çünkü çok uzun zamandır öğretmenimdi.

Özellikle ağrı eşiğiniz yüksekse yani kalın kafalıysanız benim gibi, biraz geç oluyor anlaması, biraz da ağrılı…

 Ama anlamadığım şuydu, neşe de iyi bir öğretmen.

Çünkü seni keşfeden bir şeydir. En beklenmedik anlarda seni bulur. Neşeli olmanın mümkün olmadığını düşündüğünde bile o oradadır, kapıyı usulca çalar, yanında sessizce oturur, dinlenirken saçlarını okşar, mutfakta yemek yapar… 

Peki nasıl neşeli olacağız ya da en azından nereden başlayalım?

Bir kere neşenin minnettarlık duygusu ile direkt bir bağlantısı var. Minnettar olduğunuzda, kıtlık duygusuyla değil, yeterlilik duygusuyla hareket eder ve paylaşmaya istekli olursunuz. Minnettarsanız, insanlar arasındaki farklılıkların tadını çıkarırsınız ve tüm insanlara saygılı olursunuz. Minnettar dünya, neşeli insanların dünyasıdır.

Mesela, her sabah kalktığınızda minnettar olduğunuz üç şeyi yazın. Ben bir süredir deniyorum, inanın gün geçtikçe bakış açım değişiyor.

“Hayatın bozuk yolları olduğu kadar, o yollardan bizi ulaştırdığı güzellikleri de görmek lazımmış meğer.”

Ömrümün en güzel yolu çok güzel bir sahile ulaşıyor.

Altın gibi kumlar serin masmavi bir deniz ile birleşiyor biliyorum. Çünkü düştüğüm yere kadar anlattığım öykünün devamında o denize ulaştım aslında.

Ve ben o öykünün devamını anlatacağım bundan sonra. Hayatın bozuk yolları olduğu kadar, o yollardan bizi ulaştırdığı güzellikleri de görmek lazımmış meğer.

Şimdilerde, ömrümün en güzel yolunda yürümeyi öğreniyorum sil baştan.

Yanımda bir kadın, mutluyum…

Yürüyoruz el ele. O taşa takılmadan usulca yanından geçiyorum. Gidip vurasım geliyor ama bu sefer bir el beni tutuyor ve karşıdaki maviliği gösteriyor.

Minnettarım…

 

* Sensation (Duyum) Arthur Rimbaud, Orhan Veli çevirisi.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

hakan_kahveci
Kendisini, “Biraz gazetecilik, biraz tasarımcılık, biraz grafikerlik, biraz yayıncılık, biraz editörlük; üstüne de biraz merak ve araştırma sosu eklediniz mi işte karşınızda Hakan Kahveci” sözleri ile tanımlıyor.