Farkındalık

Kendimizle ilgili yargılarımız

Kendi kendinin yargıcıdır insan. Kimseye ihtiyaç duymaz kendini yargılarken, içi kaynayan kazan gibidir. Diğerlerine merhametliyizdir ama kendimize gelince acımasız. Başkalarına sonsuz bir şefkatle doluyken, kendimize özşefkatten yoksunuzdur. “Yok ya imkânı yok, hayatta yapmaz öyle bir şey,” derken diğerleri için; başkalarına toz konduramazken, kendimizi her türlü eleştiriye layık görürüz.  Bedenimizle ve varlığımızla dalga geçmenin dibine vururuz gaflet içinde. Yeteneklerimizi bile neredeyse görünmez kılarız tevazu adına.

Dışarıya gösterdiğimiz kendimizle içimizdeki kendimiz, çoğunlukla BİR’lik içinde değildir.

Yargılanmaktan korktuğumuz için “Ben iyisi mi başkalarından önce kendimi yargılayıvereyim,” deriz.  Neleri yapıp neleri yapamayacağımızı çok net biliriz. Kendimize dair berrak bir fikrimiz vardır. Hayatımızın çerçevesi kalın hatlarıyla çizilmiştir.

“Onunki gibi bir yaşam bana göre değil.

Nasıl yaşıyor ki öyle büyük bir evde? Büyük bir evi ben idare edemem.

Şuna bak, nerede sabah orada akşam. Öylesi bir yaşam tarzı bana uymaz.

Şanssızım ben zaten, loto desen asla bana çıkmaz… Dökülür cümleler ağzımızdan.

Neleri hayatımıza çekip, nelere kedi ciğere bakar gibi bakacağımızı ne hikmetse pek iyi biliriz. İçimizde kendimize dair yargılarımız dolup taşarken, hayatımızı da bunlara göre yazar yaşarız. Hatta bazılarımızın içsel yargıcı, hiç doğmamış olmayı dilemesine bile götürür kendisini.

Bu söylemlerimizin tümü yaşamımızı yargılardan yola çıkarak oluşturmamızın sonucudur.

Peki nerede başlarız kendimizi yargılamaya? Beşikten itibaren desek yanlış olmaz sanırım. Ve hatta bilinçaltı uzmanı bilim insanlarına göre döllenme gerçekleşmeden dokuz ay öncesinde. Hayata dair neleri benimsemişsek, çoğunu annemizle babamızdan gözlemlediklerimize borçluyuzdur. Önce içine doğduğumuz ailede öğreniriz kendimizi yargılamayı. Ya hor görülürüz içimizden yükselen yeteneğe rağmen ya da örnek aldığımızı uygulamaya koyuluruz. Doktor babanın doktor oğlu, bankacı annenin bankacı kızı olmaya kalkışırız. Kendimizi etrafa uyumlanmaya öyle bir adarız ki, içimiz başka söylese de dışımız başka söyler.  

İsra Suresi’nde de geçen “Kendini yargılamak üzere kendi nefsin yeter!” hatırlatmasını belki de fazla ciddiye alırız. Vicdan dediğimiz içsel sorgulama mekanizmamız haddinden fazla çalışmaya başlar daha aile içinde küçük bir çocukken.

Genellikle neyi gözlemlemişsek onu eyleme dökmeye gönüllü oluruz. Ötesi bizi aşar. Daha denemeden “Bu beni aşar,” deriz. Çünkü altında ötesini deneyimlememizin önünde duran harika işleyen bir yargılar zincirimiz saklıdır.

YARGILAR HAVUZU

İnsan bedenine sığabilmiş benliğimizle, bedenden ibaret olduğumuz yanılgısı en düşman yargımızdır. Dünyanın ortalama gerçekliğine uyum sağladıkça o minik insan vücudundaki sınırsız güce sahip varlık, büyüdükçe sınısızlığını unutur. Büyürken kendimizi ayıplamayı, toplumca günah, yanlış sayılanları yapabileceklerimize sınır olarak belirlemeyi öğreniriz.

Dünyanın neresinde olursak olalım, içine doğduğumuz bir kültür vardır. Her ne kadar içimizde ara sıra buraya ait değilim diye bir ses yükselse de hangi topraklarda doğmuşsak, bebeklikten itibaren o araziye ayak uydurma söz konusudur.

Geleneklerimize bağlanırız, göre göre göreneklerimize dolanırız. Toplum kuralları, kültürel normlar, dini öğretiler derken ağız tadımızdan, giyimimize kadar kendimizi yargılar havuzuna daldırılıp çıkartılmış olarak buluruz. Sonsuz varlık bilincine ulaşmaya çabalayan yargı kaplama varlık. Yeniliklere kucak açmakta zorlanan, kalıplarımızdan muzdarip.

Diyelim ki kolaylıkla kilo veremediğimize inanıyoruz, yani böyle bir yargımız var. Diyoruz ki, “Yok anacım her türlü rejimi denedim. Olmuyor olmuyor. Ben kilo veremiyorum. “Dukan’dan başlayıp Keto’yla devam edip Karatay’ dan çıktığımız, denemekten bıkmadığımız ve saymakla bitmeyecek diyet listelerimiz mevcut. Sırf herkesin kilo verme anlayışı diyet yapmaktan geçtiği için bizim de ideal kilomuza gidiş yargımız haline geliveriyor. Oysa nefes pratiği, trambolinde zıplama, ip atlama belki de gözde canlandırma bizde çok daha etkili olacakken. Diyet yapmanın tek yol olarak yargıya dönüşmesinin yanı sıra kilo veremiyorum yargımız da yanına eklenerek bedenimizi iyiden iyiye katılaştırırız.

Kuantum alan dediğimiz sonsuz olasılıkların bizi beklediği alemde hazır ve nazır duran ideal kilo ve görünümdeki bedenimizle buluşmamızın önünde aslında yalnızca bu yargılarımız durur.

Hayatlarımızı bolca neşeden ve eğlenceli tarafından deneyimlemek yerine yargılar içinde kıvranmayı seçeriz. Acı çekmenin, zoru başarmanın, engelleri aşmanın yüceltildiği topraklarda kolaylıkla ve neşeyle başarı elde etmek kendimizi yargılamamızı gerektirir. Yargılar içimizi yiyip bitire dursun. Yaratımlarımızın yargılarımızdan kaynaklandığından bihaber, aynı konular etrafında dönmeye devam ederiz. Yargılarımızdan işlediğimiz sürece o sonsuzlukta hazır bekleyen özgür versiyonlarımızı değil yargılarımızın manyetizması neyi bize çekebiliyorsa onu deneyimleriz. Sonsuz olasılıklar aleminde ilahi nizamda sınırsız deneyimler yaşamak varken ağacın dallarına takılan uçurtma misali yargılarımıza takılır hayallerimiz.

BU YARGI GERÇEKTEN BANA MI AİT?

Bunları okudukça bir içimiz bunalmış, göğüslerimize öküz oturmuş gibi hissedebiliriz. Örümcek ağındaki çırpınan sinek miyim cidden yahu diye sorguluyor olabiliriz. Strese girmemize, dünyamızın başımıza yıkılmasına gerek yok. Neyse ki kendimizi yargılardan özgürleştirmemiz mümkün. Yapacağımız şey öncelikle kendimizi yargıladığımızı fark etmek. Fark ettiğimiz anda yargılamayı durdurmak.

Kendi hakkımızdaki gerçek ilan ettiğimiz tüm tanımlamalarımızı yakalamak. Yapacağımız şey düşünce kancası atılmadan, kendimizi yargılayıcı sözler dilimizden dökülmeden tutmak ve onları geçersiz kılmak.  Bu gerçekten de pratikle gelişebilecek kasımız gibidir. Uygulayıcısı olduğum Access Consciousness sistemi bu yolda harika araçlar sunuyor. Bize ait olmayan toplumsal, kültürel, atasal kaynaktan geldiği muhtemel yargılarımızı algıladığımız gibi  “Bu yargı gerçekten bana mı ait” diye sorarak başlamaya ne dersiniz? Sonra da iç sesimize kulak vermeye? Bakalım ‘Evet’ mi olacak içsel yanıt yoksa ‘Hayır’ mı? Kaynağı belirlenen yargı artık eskisi gibi bizi tutsak edemeyecektir. Haydi bir süre bu araçla evlerimizde oynayalım. Bakalım yargısızlığa giden yolda bize ne gibi hediyeleri olur?

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ipek-sevmet
15 yılı aşkın süre kurumsal firmalarda yönetici asistanlığı ve marka iletişim uzmanlığı yaparken profesyonel koçluk, Reiki, Access Consciousness ve Theta Healing disiplinlerine ait çeşitli eğitimler aldı. Meme kanseri atlattıktan sonra kendini tamamen şifa çalışmalarına adadı.