Bilim

Deli miyim yoksa iç sesimle sohbette miyim?

Totem hayvanla buluşmak, rehberlerden mesaj almak, melek tüyleri derken spiritüel uğraşlar ruhu dindirmenin ya da kişisel aydınlanmalar yaşamanın yanı sıra başka duyularımızı da açıyor. Peki bu gördüklerimiz, hissettiklerimiz tıp ve psikoloji alanında nasıl yanıt buluyor? Meditasyon sürecinde bizler de aldığımız mesajların, teyitlerin psişiklik mi psikolojik vaka mı olduğu konusunda ikilemde kalıyoruz. Biz de bu konuyu işin ehline sorduk, buyurunuz uzman görüşleri…

İlk olarak Nöroloji Doktoru Timur Yılmaz ile konuştuk. Çoğumuz onu Youtube kanalı Dr. Deli Timur Yılmaz üzerinden ve kitabı Bilgi Güçtür, Güç Çekicidir’den tanıyoruz. Bilimi, tıbbı ve mistisizmi birleştirerek yalın ve kimi zaman da keyifli bir dille üçüncü göz, karabasan, farkındalık gibi konuları ele alıyor. Zihnimizde yankılanan “Psişik mi, deli mi” sorusunu bir de ona sormak istedik. Derken konu dallandı ve budaklandı, birazdan okuyacağınız bu zengin sohbet ortaya çıktı.

Bir kişinin ruhsal, bedensel ve zihinsel olarak dengede olup olmadığını nasıl anlarız?

Ben bir tıp doktoruyum ve tıp için beden zihin ruh birbirinden çok ayrı değil. Bedeninize iyi geldiğini düşündüğünüz bir şey yaparken sakatlanıyorsanız dengelenmiyorsunuz, zihninizi dengelediğini düşündüğünüz bir kitap okurken ya da meditasyon yaparken, sizi iyileştireceğini sandığınız bu şeyler, pratikte yaralarınızı derinleştiriyorsa dengelenmiyorsunuz demektir. Kendi sağlık durumlarını turnusol kâğıdı olarak kullansınlar, bedene iyi gelen şey zihne iyi gelir; bedeni ve zihni iyi olanın da ruhu iyidir zaten.

Fonksiyonel tıp ifadesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu yöntem Türkiye’de birkaç isimle anılıyor ve tıpkı siyasi partiler gibi, sadece  ismi  yüzünden kavga edenlere bile denk geldim. Bütüncül tıp, fonksiyonel tıp, alternatif tıp diyenler var oysa hepsinin hedefi aynı. İnsanların sorunlarını tespit edip iyileştirmekte yetersiz olan bir sağlık sistemi var dünyada. Mevcut sistem 100 yıl önce etkindi, hastalanınca hastaneye gidilir, akut olarak yapılması gereken yapılır ve insanlar evlerine dönerdi. Bu sistem günümüzün sağlık sorunlarıyla başa çıkmakta yetersiz. Hastanede yaşayan hastalar var, 3-4 gününü hastanede geçiren emekliler var. Aldıkları tanılar 3-4 değil, 15-16 olan insanladan bahsediyorum. Zihnimizi ilgilendiren hastalıklar toplumun yüzde 60’ında görünür oldu. Artık doktor ilaç yazsın ben de iyileşeyim yaklaşımı etkin değil. Kişinin yaşam şeklini değiştirerek onu iyileştirmeye çalışan bu sistem, bu nedenlerle ortaya çıktı. Ki tarihsel sürece baktığımızda, bu ekolün en eski ekol olduğunu görüyoruz. Hipokrat döneminde de İbni Sina döneminde de hekimlik, kişilerin beslenmesinin, uykusunun, sporunun ve zihinsel sağlığının gözetildiği bir şeydi. İşte zamanla sanayileşmeden ötürü ofis memurluğu düzeyine düşürülerek bugünkü haline geldi. Hayatımın son 4 yılını hastalarıma bütüncül yaklaşarak geçiriyorum ve bir hekim olarak hastalarıma bu denli destek olabilmek beni çok mutlu ediyor. Türkiye’de sağlık hizmetlerinin bütüncül yaklaşımına dönüştürülmesi lazım. 

Kadim kültürlerde aslında kişi özünde zaten iyileşebilme gücünü taşır…

Seni var eden güç seni iyileştirir. İnsan vücudunun kendisini toparlama, iyileştirme ve hayata tutunma kapasitesi muhteşem. Ancak bu sistemlerin düzgün çalışması için olmazsa olmaz şartlar var. Beden ve zihnin iyileşebilmesi için modern tıbbın ortaya koyduğu ön şartları söyleyeyim, herkes de okurken bunları yapıyor mu kontrol etsin. İlki uyku, en az 8 saat uyumamız gerekiyor. Beslenme için mümkün olduğunca az beslenen bir canlıyız. Aslında un, makarna gibi glüten tüketmeyen, günde iki öğün beslenen ve güneş batınca artık yemek yemeyen bir canlıyız. En önemlisi sportif aktivite: homo sapiens normalde 14 km yürüyebilen, dağa tırmanan, avının peşinde koşan bir canlı ama şimdi düşünelim bu yazıyı okuyan kaç kişi 100 metre koşabilir? Türümüz onu sağlıklı tutacak yaşam şeklinden koparılmıştır. O nedenle artık “bedenin ve zihnin seni iyileştirebilir” denilen potansiyelden koparılmış şekilde yaşıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü “Corona’dan kurtulmak istiyorsanız dengeli ve yeterli beslenin, kaliteli uyuyun, spor yapın ve nefes çalışın” dedi. Benim 4 yıldır sabah akşam söylediğimi sonunda Dünya Sağlık Örgütü de anladı.

“GERÇEKLİK, ALGI, ZAMAN, KARARLAR, BENLİK HEPSİ BEYNİN UYDURMASIDIR”

Yoga, mindfulness, meditasyona bakışınız nasıl?

İster bedene ister zihne iyi gelen bir yöntem olsun bugünkü tarama cihazları artık bunu gösterebilir durumda. “Bizim hocamız havada uçuyor, bizimkinin empati düzeyi çok yüksek,” falan, hepsinin beyin filminde bir karşılığı var. Dört yıldır bu camiaya hodri meydan dedim, gelin filminize bakalım kimin limbik sistemi yüksek, tespit ederiz dedim. Daha bir kişi film çektirmek için aday olmadı. Farkındalık, anda olma, yoga, pilates gibi beden zihin kompleksi egzersizleri insana iyi geliyor, modern dünyada doktorlar danışanlarına bunları reçete ediyor. Ben de demans, depresyon, şizofreni olsun tüm hastalarıma farkındalıklı nefes egzersizlerini öneriyorum. 

Meditasyon, mindfulness gibi uygulamalardan sonra görülerin güçlenmesi gibi şeyler gelişebiliyor ya da meditasyon sırasında cevaplar almak, karar vermek gibi. Bunu bilimsel olarak destekleyebilir miyiz?

Kognitif sinir bilim çalışmaları bunları destekler durumdadır. Zihnimiz beynimizin bir ürünüdür, o nedenle beynimizdeki bazı değişiklikler zihnimizi değiştirir. Sabah ters taraftan kalkarsak bütün gün asabi olabiliriz mesela. Zihnimizi kullanarak da beynimizi değiştirebiliriz. Bir dil öğrendiğimiz zaman beynimizin dil merkezinde değişiklik olur. Zihnin anda olması, anda tecrübe ettiğine dikkatini vermek zihnin ürünüdür ve bu durum beyni yapısal olarak değiştirir. Tibetli rahiplerin beyin MR görüntüleri var; belki 60 yıldır her gün meditasyon yapan, vegan beslenen, kung fu yapan insanların beynini inceleme fırsatımız oldu ve onların beyninin bizimkinden farklı olduğu kanıtlandı. Gerçeklik, algı, zaman, kararlar, benlik hepsi beynin uydurmasıdır, beyin değişirse bunlar da değişir. Bu nedenle teknik olarak şunu söyleyebilirim bir insanın zihniyle yaptığı yolculuk teknik olarak beynini değiştirebilir. En azından dünyayı nasıl algıladığını değiştirir.

Değişmeye başladığımızı hissettiğimiz anla ilgili içimizi rahatlatacak bilimsel veriler var mı?

Bu yolculuk esnasında insanların kaygılarında, tembelliklerinde, umursamazlıklarında artış olduğuna dair çok fazla söylenti var. Hocam ben bu yolculuğa başladım ilk başta her şey iyiydi ama sonra içimde bir şey beni geri tutmaya başladı diye. Şunun unutulmaması lazım beynimizde bu anlamda farklı çalışma sistemleri vardır. Bencil, takıntılı, geçmişten pişman bir beyin bölgemiz de var. Biri büyüyüp gelişmeye başlayınca diğer bölge sizi rahatsız etmeye başlayabilir. Bu çok normaldir. Tıpkı vücut geliştirmeci gibi… O, kasları ağrımasına rağmen düzenli spora gitmeye devam ediyorsa, sahip olduğu fiziği birkaç ay değil, birkaç yılda inşaa ediyorsa, beynimizi de bir kasa benzeteceğiz. Evet beynimizi odaklanmaya, dikkate, anda olmaya eğittikçe içeriden biri engel olmaya çalışıyor gibi hissedeceğiz ama biz inadına sürdürülebilir bir şekilde egzersizlerimizi yapmaya devam edeceğiz.

Bazen şöyle bir ikilemde kalıyoruz zihinsel olarak bazı dengesizlikler, sanrılar, halüsinasyonlar gibi durumlarla meditasyon sırasında oluşan görüler karıştırılabiliyor. İkisini nasıl ayırt edebiliriz?

İnsanların farkındalık düzeyinin artmasıyla sanrılarının artması arasında bir bağlantı yok. Bu bizim eski mistik kültürümüzün insanlardaki epigenetik depolanmasıyla alakalı. Tibetli rahipler meditasyon yaparken mistik olaylar yaşayıp, özel mesajlar almıyorlar. Tam tersine gerçek anlamda meditasyon yapan birinin limbik sisteminde ufalma olduğundan, eskiden mesaj gelen kişiye hiç mesaj gelmemeye başlar çünkü sen bu anlamda o kadar da önemli olmayabilirsin. Ülkemizde farkındalık, yoga çok mistik ele alınıyor ve teolojik öyküyle karıştırılmış durumda. Türkiye’de farkındalıklarını yükselttiklerini söyleyen hocalar sürekli kendinden ve ne kadar özel olduklarından bahsederek aslında öyle olmadıklarını da kendileri kanıtlarlar. Gerçek anlamda anda kalma pratikleri yapmak, çok basit nefes egzersizleri yapmak -hiç öyle öykülere, ses çıkarmalara, danslara gerek yok- bile yeterli. Beyin için esas önemli olan şey anda kalmak ve anı tecrübe etmektir. Bu yüzde yüz kanıtlandı. Anda kalmak için ses çıkartma ihtiyacınız varsa yapın ama bu kesinlikle yapılacak diye bir şey yok. Hezeyan, sanrı, halüsinasyon, şüphecilik, referans (bana bir mesaj geliyor) gibi psikiyatride insanlara tanı koymak için kullandığımız zihin ürünleri mindfulness ile beraber kaybolur. Mindfulness pratikleriyle bunların artacağını söyleyen hocalarınız varsa onları terk edin.

UZMAN PSİKOLOG ÖZDEN ÖZ USLU ANLATIYOR

Psikolog ve eğitmen Özden Öz Uslu, Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, yaklaşık 20 yıldır da bu alanların içinde. Eğitmenlik ve danışmanlığın dışında, kişisel yaşamı ve mesleki birikimlerinden yola çıkarak bir stand-up hazırladı. “Mükemmel Babandır” adlı psikomedi türündeki gösterisinde hayatı hem komik hem de psikolojik bir dille anlatıyor. Yeni bakış açılarına ve yeni eğilimlere de özgürce ve objektif olarak yaklaşan Uslu ile psikoloji ve parapsikolojinin ayrımlarına dair konuştuk.

Psikoloji nedir, parapsikoloji nedir?

Psikoloji kısaca ruh bilimdir, bir grup veya bireyin duygu, düşünce ve davranışlarını inceler. Yalnızca bireyin ruhsal iyiliği ile ilgilenmez, çok geniş bir alandır. Alışveriş davranışlarından iş yeri verimliliğine, evlilikten, ilişki yönetimine insanın bireysel ve sosyal yaşamını ele alır. Parapsikolojiyi anlamak için önce para kelimesi üzerinde duralım. Aklımıza ilk gelen anlamı değil tabii. Para, Eski Yunanca’da ötesi anlamına gelen bir ek. Ruh bilim ötesi olarak çevirebiliriz, yani 5 duyu organımız ile algıladıklarımızın ötesinde olan olaylar, hisler diye özetleyelim. Normal dışı olayların bir disiplin içinde incelenmesi olarak tanımlanabilir. Kıyaslayacak olursak biri bilinenler, diğeri bilinemezler üzerine çalışıyor.

Bir kişinin ruh&beden&zihin dengesinin bozulduğunu nasıl anlayabiliriz?

Ruh&beden&zihin dengesi ki bunu “tam iyi olma hali” olarak düşünmeliyiz. WHO bu kavramın içine sosyal yönü de ekler. Bireyin dengeden çıktığını her zaman anlayamayız, zaten büyük çoğunluğumuz bu dengeyi kurmaya çalışanlardan oluşuyor.

Dengede olmamak kişiye mutsuzluk ve huzursuzluk verir. Kişi kendisinin çok farkında değildir, çevresini daha çok fark eder ve hisseder. Ruh-beden-zihin dengesinde bozukluğu fark edince önce bir tanı koymaya sonra da akıl vermeye çalışıyoruz. “Senin aslında sorunun şu” diye başlayan hükümlerimiz var. Oysa kilonun ruhsal yönümüzle, ruhumuzun zihnimizle ilişkisi var, biri diğerini tetikler ya da aşağı çeker.

Kişinin 5 duyusunun ötesinde hisleri, iç görüleri olabiliyor. Bunları psikoloji nasıl değerlendiriyor ve tanımlıyor?

Aslında yukarıda da belirttiğim gibi psikoloji bilinenler ve en azından kanıta dayalı olgular olduğunu varsaydığımız verileri dikkate alır, parapsikolojik olayların kanıta dayalı bir verisi olmadığından ya da bu verilerin teyit edilebilmesi, en azından şimdilik, bilimsellik içinde mümkün olmadığından daha çok bir anormallik olarak görülür. DSM-V kriterlerinde doğaüstü ve normal ötesi hisler, düşünceler, duyular tanı kriterinde yer almaktadır. Psikolojinin reddettiklerini parapsikoloji önemser ve üzerinde çalışır. Psikologlar da tabii ki ilgi ile takip edip okuyordur ama gerçekçi olalım, kişi olağanüstü sesler ve görüntüler duyduğunu iddia ediyorsa, psikiyatrik destek öneririz.

Bazen rüyalarda geleceği hissetmek ya da Kirlian fotoğrafçılığında olduğu gibi auraları görebilmek mümkün oluyor bazı kişiler için. Bu kişileri nasıl tanımlayabiliriz?

Kirlian fotoğrafçılığı nesnelerden yayılan ışınımları kaydediyor. Bu teknik ile ruhun fotoğrafının çekilebileceği hatta çekildiği iddiası var. Bir psikolog olarak benim yorumum, canlı cansız organizmaların sahip oldukları elektrik, ısı gibi farklı enerjilerin hare olarak çevresinde görünmesinden ibaret. Astral seyahat ile geleceğe veya başka mekanlara gittiğini söyleyenler var. Eğer iyi olma hali dediğimiz dengede duruyorlarsa, ben sadece keyifle dinlerim. Böyle konuşmalar yapanlar eğer yaşam dengelerini sağlayamıyor ise, huzursuz ve mutsuzlarsa, bu durum günlük aktivitelerine engel oluyorsa psikiyatrik ve psikolojik destek almalarını öneririm.

Algıları açık olan kişiler özellikle başlarda yaşadıklarını tanımlamakta zorlanabiliyorlar. “Acaba ben delirdim mi?” diye sorabiliyorlar. Bunu nasıl anlayabilirler?

Burada bir paradoks var. Algıları açık kişiler derken “paranormal durumları algılayanlar” kastediliyor sanırım. Bu kişilerin içinde de beş duyu organı ile algıladıklarını açıkça anlamayanlar da var, belirtmek istedim. Zira algım açık zannederek üstün kişi olduğuna inananların sayısı çok. Üstün olduğunu düşünenler hata yapabileceklerini de kabul etmiyorlar. Sorumluluk bende değil, iç sesimle doğru olanı seçiyorum gibi… Hem sorumluluğu azaltmak hem de yalnızlaştığımız ve yok olduğumuz yeni düzende önemli olduğunu hissetmek rahatlatıcı tabii. “Ben deliriyor muyum” diye kendi kendine soranlar için küçük bir ipucu; yaşam kaliteleri yükseliyor, mutluluk ve huzur artışa geçtiyse sıkıntı yok.

Bir de bazen algıları açık kişiler toplum tarafından “delirdi” diye etikektleniyor. Bu gibi durumlarda kişilere neler önerirsiniz?

Çevremizdeki herkesi duymalıyız, bize doğru gelmiyor ise dinlememeliyiz ama mutlaka duymalıyız ve üzerinde düşünmeliyiz. Çevredekiler böyle düşünüyorsa sebebini sorarak başlayabilirsiniz. Başta belirttiğim gibi hayatın kalitesinde bir negatiflik yoksa ve sadece anlattıklarınız yüzünden böyle değerlendiriliyorsanız bunu da dikkate almanızı öneririm. İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkarlar, bir çözüm önerisi olarak, böyle düşünen insanlarla paranormal inançlarınızı paylaşmayın. Diğer yandan kişilerin size tavsiyeleri yaşamınızdaki aksaklıklar, iletişim bozuklukları, saplandığınız bu düşünceler sebebiyle yaşadıklarınızı ve yaşattıklarınızı kapsıyorsa psikolojik destek almanızı öneririm.

Bir tanıdığım “Eğer bir kişi ‘acaba delirdim mi’ diye soruyorsa delirmemiştir” derdi. Bu doğru mu?

Bir ölçüde doğru ama bunu söyleyen herkesin gerçeklik algısı tamdır ya da vardır denilemez böyle düşünüyor olması da ruhsal olarak sağlıklı olduğunu göstermez. Ben “reality therapy” üzerine uzun yıllar çalışmış bir algı hocasıyım. İnsanların istedikleri hayatı yaşamaları üzerine çalışıyorum. Delirdim mi diyenler de dahil olmak üzere hepimiz istediğimiz yaşamı tasarlayabiliriz. Reality therapy kişinin hayatını kontrol edebileceğine inanır, seçim kuramını öğretmek yoluyla danışanına destek olur ve bireyin her yaptığından kendisinin sorumlu olduğunu kabul eder. Sizin de başta belirttiğiniz gibi dengede kalsınlar, mutlu ve huzurlu olacak yolları belirlesinler.

Siz hiç duru görü, içses gibi bir hal yaşadınız mı?

Duru görü veya iç ses olarak sizin tanımladığınızdan farklı algılıyor olabilirim. Sessiz algılar olarak tanımladığım tali bilgiler ışığında tabii ki benim de takip ettiğim hislerim var. Bazen ortada olan gerçeğin dışında detaylardan topladıklarımız farklı olabiliyor. Gençlik yıllarımda daha çok doğrudan bilgiye yönelik tepkiler veriyordum. Yaş ilerledikçe çok yönlü bilgiyi özümsemeyi öğrendim ama paranormal anlamıyla soruyorsanız eğer, hayır diyebilirim. Yaşamak bir sanattır, tasarım gerektirir iddiasıyla çıktığım yaşam yolculuğumda hayallerimi planlayarak hedef haline dönüştürüyorum dolayısıyla beni yönlendiren en önemli ses “İstersen, gerçekten istersen yaparsın!” diyor.

 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

damla_selin_tomru
Reklam ve halka ilişkiler alanında 12 yıl çalıştıktan sonra yaşam amacını keşfetme yolculuğuna çıktı. Bu yolculuk ona iki kitap, yeni bir alanda hizmet imkânı, kadim yerlere tur organize edebilme ve bu alanda röportajlar yapma hediyesini verdi. Heyecanla yeni hediyeleri bekliyor.