Felsefe

Hey Teachers! Leave them kids alone!

İşte korktuğum şey oldu ve sıra Aristoteles’i anlatmaya geldi.

Söz konusu düşünürümüz Aristoteles olunca insan ona şöyle mi desin yoksa böyle mi desin bir türlü karar veremiyor.

Tüm felsefe tarihi boyunca üzerine en çok konuşulmuş, fikirleri en çok tartışılmış insan Aristoteles’dir dersem sanırım abartmış olmam. Bu adamın seveni kadar sevmeyeni de çoktur valla. Sokrates’in öğrencisi olan Platon’un yetiştirdiği bu parlak adam pek de onların ekolünü temsil etmeyen bir düşünce dünyasına sahipti.

Geçmişte yaşayan bu üç adamı genel olarak tanımlamak gerekirse Sokrates için iyi bir konuşmacı, Platon için iyi bir yazar, Aristoteles için ise iyi bir araştırmacı diyebiliriz.

Aristoteles’in günümüze kalan eserleri yazılmış kitaplar olmaktan daha ziyade okulda ders vermek için kullandığı notlardan ibarettir. Tuttuğu bu ders notlarından   yola çıkarak gayet rahat diyebiliriz ki Aristoteles etrafında gördüğü ne varsa derinlemesine inceleyen bir araştırmacıdır.

Bu büyük düşünür felsefe başta olmak üzere jeoloji, fizik, kimya, tıp, botanik, zooloji, astronomi, mekanik, optik, metafizik, uyku, rüya, psikoloji, siyaset, hafıza ve şiir gibi çok sayıda konuyla ilgilenmiştir.

Platon’un okulunda isminden çok ‘okuyucu’ lakabıyla çağırılan bu adamın metinlere yönelik olan ilgisi dönem için oldukça farklı bir etkinlik olarak bulunurmuş. (Helenistik dönemde felsefe daha çok karşılıklı konuşma ve tartışma biçiminde yapılan bir uğraştı.)

Dönemin kralının baş doktorunun oğlu olan Aristo (bildiğiniz aristokrat yani, neler gördüm neler geldi başıma insanı değil!  Hatta o kadar ki saray düşünürü bu adam Büyük İskender’in de o kadar büyümeden önceki hocası) belki de geldiği aileden dolayı daima rasyonel düşünmeye çok itibar eder.

Sokrat ve Platon dünyayı anlamak için soyut düşüncelerden faydalanmak gerektiğini savunurken Aristo tamamen bunu reddederek kendini somut düşüncelerin kucağına bırakmış bir düşünürdür. Hele ki hocası Platon’un idealar düşüncesini zinhar kabul etmez.

Hocası Platon, dünyadaki her cismin aslının ruhlar dünyasında olduğuna inanırdı. Onları, (idealar) doğmadan önce veya ölünce görebileceğimizi bu yüzden dünyada onların algılanamadığını savunurdu. Aristo ise yalnızca ruhların erişimi olan bu modeli açıkça reddetti ve dünyayı inceleyerek her bilgiye ulaşılabileceğine inandı.

Daha günlük bir dille anlatacak olursak Aristo, eğer kedi nedir bunu anlamak istiyorsanız oturup bütün gün kedileri düşünerek kediler hakkında milim yol alamazsınız, kedi nedir anlamak için harekete geçip gerçek kedileri incelemeniz onların dünyasının detayları konusunda akıl yürütmeniz gerekir diyor. (parti kursa oy verirdim)

Düşünce şeklinin bu yapısından dolayı (gözlem yaparak kategorilere ayırma) mantık disiplininin kurucusu Aristoteles’tir. (buraya sonra değineceğiz)

Ona göre reel olan varlıklar, elimizle tuttuğumuz ve gözümüzle gördüğümüz varlıklardır. Bilimin görevi, tek tek varlıkların gözlenmesinden kalkarak, onları sınıflara ayırmak, bu sınıflardan kalkarak sistemlere yükselmektir. Bu düşüncesiyle Aristoteles, sistematik/metodik çalışmayı ortaya koyan ilk düşündürür.

Günümüzde tümel ve tikel yargıları inceleyen mantık alanının (gelicem dedim mi gelirimJ ) adını niceleme mantığı olmasının nedeni Aristoteles’in tümel ve tikel olmanın ‘önermelerin niceliği’ olduğunu iddia etmesinden ileri gelir. Modern mantık büyük oranda Aristoteles’in bu iddiaları üzerine inşa edilmiştir. Ortaçağ ve hatta Rönesans boyunca bilimin yönünü belirleyen kanılar hep Aristoteles’in görüşleri olmuştur.

Esasen astronomiden fiziğe daha birçok alanda yanlış hesapları ve hatalı öngörüleri olmasına karşın Aristoteles garip bir biçimde yüzyıllarca sorgulanmayarak (Aristo söylediyse kesin doğrudur kanısı) bilimsel alanda geri kalınan birçok konunun da esas sorumlusu olarak kabul edilir. (İyi de o öyle dedi diye siz ne 1800 yıl yan gelip yattınız efendiler!)

Örneğin sırf o söyledi diye doğru kabul edilen yüksek bir yerden aynı boyutta metal ve tahta bir parçayı atarsanız metal olan parça daha hızlı yere düşecektir savı yıllar yıllar boyunca irdelenmemiştir.  Aristo’nun fizik hakkındaki bu hatalı düşünceleri Galileo ve Newton’un çalışmalarıyla, astronomi hakkındaki iddiaları Kopernik’in buluşlarıyla aşılabilmiştir. O kadar ki modern kimya ve biyoloji sistematik bilimler haline gelene kadar doğa ve hayvanlar hakkındaki görüşleri etkisini çok yakın tarihlere kadar baskın biçimde sürdürmeye devam etmiştir.

Aristo sadece bilim için bir otorite değil aynı zamanda Batı ve İslam düşünürleri tarafından da “muallim-i evvel” yani “ilk öğretmen” olarak kabul edilmiştir. Hatta   Heidegger, kitaplarında, felsefe kavramının Aristo ile kendisini bulduğunu iddia etmiştir.

Felsefe tarihi boyunca neredeyse hiç gündemden düşmeyen Aristo, günümüzde özellikle metafizik ve etik alanlarında güncel tartışmalara konu olmaya devam eder. Kendinden başka hiç kimsenin otoritesine güvenmeyen bu adamın yaşamını oturttuğu zemin, daima araştır, mevcut somut örnekleri sorgula ve karar vermek için aklını kullan diye formüle edilebilir.

Her şeyi kategorize etmeyi seven Aristo felsefe pratiğini de üç bölüme ayırmıştır: teorik, pratik ve teolojik. Teorik felsefe dilin doğru kullanımları, mantık, doğa felsefesi, fizik, kozmoloji, biyoloji, gibi konuları ele alır.  Pratik felsefe ise arzular, etik, devlet, erdemler, davranışlar, mutlu yaşam gibi konuları ele alır. Teoloji ise varlığın temellerinin, şeylerin özünün, gerçekliğin kendisinin yani Tanrının araştırılmasıdır. Teorik felsefeyle ilgili metinlerini çok geniş anlamıyla mantık, doğa felsefesi ve metafizik olarak alt başlıklara da ayırabiliriz.

En detaylı çalışmalarını yaptığı alan olan “fizik” incelemesi aslında bir şeyin doğasının (antik yunanca da fizik doğa demektir) sahip olduğu temel özelliklerin incelemesidir, bu nedenle Aristo modern fizikteki gibi nesnelerin hareketlerinin genel yasalarını anlamaktan ziyade bir doğaya sahip olan şeylerin bu doğasının nasıl bir şey olması gerektiğine odaklanır.

Bütün bu analiz en temelinde hareket halinde olan şeylerin bu hareketlerinin nasıl ortaya çıktığı ve geliştiği üzerine odaklanır.

BİR ŞEYİN DOĞASI ONUN KENDİNDE SAHİP OLDUĞU HALİYLE O ŞEYİ HAREKETE GEÇİREN YA DA DURDURAN NEDENDİR

Aristo, düşünce tarihine yaptığı önemli katkılardan biri olan “madde” kavramını burada tanımlar. Aristoteles’e göre madde bir süreçte kendisine herhangi bir nitelendirme yapılmadan sürece girip aynı şekilde çıkan ve bu sayede değişimin ve sürecin olabilmesini sağlayan temel varlıktır. Aristo’nun anladığı haliyle madde değişimin ve hareketin var olabilmesini sağlayan şeydir. Bu yüzden Aristoteles’e göre maddeyi betimleyemeyiz çünkü yapacağımız her betimleme maddeyi değil o maddenin formunun betimlemek olacaktır. (nasıl yani hocam?)

“Fizik” yani doğa Aristo’ya göre bir şeyin kendisinde özünde bulunan hareket etme ve sabit durabilme nedenidir. Bu ne demek diye azıcık konuyu açmak icap ederse bir şeyin doğası onun kendinde sahip olduğu haliyle o şeyi harekete geçiren ya da durduran nedendir.

Aristo doğasından bahsedebileceğimiz şeylerin üç kategoride, madde, form ve bunların birleşiminden oluşan varlıklar olabileceğini söyler. Bir doğaya sahip olan varlıkları yapay (yani insan yapımı) şeylerle karşılaştıran Aristo şu örneği verir:

Ağaçtan yapılmış bir yatağı alıp toprağa ekersek yatağı oluşturan ağaç parçalarından dallar ve yapraklar çıkarak ağaca dönüşebilir, (efenim?) ancak, yatak hiçbir zaman başka bir dönüşüm geçirerek hareketini devam ettiremez çünkü odunlar kendi içlerinde doğalarının özünde bulunan hareket ilkesine sahipken (eeevet) yatak kendisini ortaya çıkaran hareketin nedenine kendisinde sahip değildir (zaaaten hocam!), yatağı ortaya çıkarak hareketin ilkesi o yatağı yapan insandadır. Parantez içi olarak girdiğim şakalar bir yana Aristo bu söylemle şunu kasteder, dönüşüme uğrayan maddenin nedeni değişir. Bu örnekte olduğu gibi tahta maddesi artık yatak olduktan sonraki nedeni tahta değil başka bir şeydir. Bana göre bu düşünme zincirini günlük hayatımızda aradığımız her türden “neden” için izlemek birçok nedeni açıklığa kavuşturabilir.

ONA GÖRE HER ŞEYİ BİLEBİLİRİZ VE BİR ŞEYİ BİLMEMİZ DEMEK O ŞEYİN AKLIMIZDA GERÇEKLEŞMESİDİR

Maddenin yapısını araştırırken cansızlardan canlılara geçiş yapan Aristo algılamanın beş duyudan oluştuğunu ilk öne sürenlerdendir. Algının düşünceden farklı bir kuvvet olması fikri de tarihte Aristo sayesinde yaygınlaşmıştır.

Algıyla ilgili incelemesini bitirdikten sonra aklı ve düşünceyi incelemeye başlayan Aristo, akıl faaliyetine sahip olan tek canlının insanlar olduğunu iddia eder, fakat hayal gücü ve hafıza gibi sahip olduğumuz pek çok potansiyele başka hayvanlar da sahiptir. Aristo aklın da algı gibi faaliyete geçtiğini söyler, yani biz bir şey düşünmüyorken, akıl bir düşüncenin gerçekleşmesi potansiyeline sahiptir, bu anlamda Aristo aklın potansiyel olarak her şeyi gerçekleştirebilecek bir şey olduğunu inanır. Ona göre her şeyi bilebiliriz ve bir şeyi bilmemiz demek o şeyin aklımızda gerçekleşmesidir. Bu açıdan bir pasif akıl bir de aktif akıldan bahseden Aristo pasif aklın tıpkı kapalı gözler gibi sahip olduğu potansiyeli gerçekleştirmemiş halde duran akıl olduğunu söyler, örneğin öğrendiğimiz şeyler biz onları düşünüp kullanmadıkça hafızamızda beklerken pasif aklı oluşturur. Aktif akıl ise zihnin faaliyete geçip algı, hayal gücü, hafıza gibi kuvvetleri dolayısıyla sahip olduğu imgeleri kullanarak fiilen gerçekleşerek düşünceler oluşturmasıdır.

Aristo’nun pasif akıl ve aktif akıl arasındaki ilişkiyi konu alan ‘Can Üzerine’ kitabı tarihte üstüne en çok tartışılmış metinlerden birisidir. Bu kitapta Aristo ‘gerçeği’ deneyimleyebilmemizi, dolayısıyla da bilebilmemizi sağlayan, her şeyi gerçekleştiren akıl olarak tanımladığı saf ikincil faaliyetteki ‘aktif akıl’ kavramını tarif eder. Bu tarif Metafizik kitabında Tanrı’yla ilgili söylediklerine oldukça benzemektedir. (Aklın tanrılığı) Metafizik kitabında Tanrı’yı, bütün maddeden arınmış, maddenin bütün hareketini sağlayan, mükemmelliğin kendisi olduğu için sadece saf ikincil faaliyette bütün potansiyellerini gerçekleştiren, dolayısıyla hiçbir şeyden etkilenmediği için sadece kendi kendini düşünen hareketsiz bir hareket ettirici olarak anlatır. Öte yandan Aristo algı kavramını ele alışında olduğu gibi düşünce kavramını irdeleyişinde de realisttir, nesnelliği savunur. Aristo’ya göre bir şeyi bilmek demek tam anlamıyla bilgimizin bildiğimiz şey olması demektir. Çünkü ‘bilmek’,’ bildiğimiz şeyin gerçekliğinin’ akılda faal olarak var olmasıdır.

Aristoteles’in Tanrı kavramına göre Tanrı evrene dair bütün nedenleri kendi içinde barındırır, dolayısıyla evrenin hem form hem etki hem de amaç yani sonucundan sorumlu olan “neden”dir.

Canlıların yeni nesiller doğurmalarının temel itkisinin her canlının ‘varlık’ olarak ölümlü olduğunu bildiği için çoğalma yoluyla kendilerini yaşamsal olarak devam ettirerek aslında Tanrı’ya benzemeye çalışmanın bir sonucu olarak görür üreme konusunu.

Ona göre göre alemdeki oluşum, Tanrı’nın aleme verdiği bir ilk hareketle başlamıştır. Bu ilk hareket sonunda her şey yine Tanrı’ya ulaşmak ister. Tanrı’ya doğru yükselmekte olan bu alemdeki oluşu daha anlaşılabilir kılmak için alemi basamaklara ayırır. Aristo’ya göre Tanrı’ya doğru yükselişteki ilk basamağı cansız doğa yani dört unsur su, hava, toprak, ateş oluşturur. İkinci basamağı bitkiler alemi, üçüncüyü hayvanlar alemi oluşturur. Hayvanlar beslenir, ürer yer değiştirir ve algılarlar. Dördüncü ve son basamağı ise insanlar alemi oluşturur insan kendisinden daha aşağı basamaklarda bulunan varlıkların niteliklerine sahip olmakla beraber ek olarak akla ve düşünme gücüne de sahiptir. İnsan bitki ve hayvandan, kendi hareketlerini akıl hakimiyetinde yürütmesi ve eylemlerini belli bir hedefe göre yapışıyla ayrılır. İnsanın en yüksek özelliği düşünmek ve bilmektir. Aristoteles’e göre Tanrı aktif düşünce olduğu için, insanı Tanrı’ya ancak düşünce hayatı yaklaşabilir çünkü Aristoteles’e göre Tanrı da kendisini düşünen bir varlıktır.

Peki böylesi bir hiyerarşi içinde Aristo’ya göre insan ne yaparak yaşamalıdır? Aristo bu soruya insanın temel görevinin mutlu olmak olduğunu söyleyerek cevap verir.

Lakin onun mutluluktan kastettiği şey insanın arzularının peşinden koşup daimî bir haz arayışı içine girmesi değildir. O insanı diğer canlılardan ayıran temel faktörün akıl olduğunu savunduğu için mutlu bir hayatın yalnızca akıl ile elde edilebileceğini düşünür. Aristo doğru zamanda doğru duyguları hissederseniz bu sizi doğru davranmaya iter, doğru davranmak ise insanın erdemlerini geliştir der. Ona göre insan yaşamdan aldığı hazları arttırmakla vakit harcayacağına vaktini erdemlerini geliştirmeye harcarsa varlığımızın yapısı gereği zaten mutlu olunacağımıza inanır.

Aristoteles gerçek bir mutluluk arayışı için gündelik hayatın koşuşturmasının düşünsel aktivitenin katili olduğuna bu yüzden de aklımızı tam kapasite kullanamadığımıza inanırdı. (hem de ne Aristo! de, de bunu de)

Bu düşüncesinde kastettiği şey sadece işimiz değil dinlenme/eğlenme alışkanlıklarımızın da “kaliteli düşünmeyi” imkânsız kıldığı için bir türlü erdemlerimizi geliştirme konusunda yol alamadığımıza, bu yüzden de hakiki bir mutluluğu yaşayamadığımıza inanırdı.

Bizim de hala tek hedef olarak merkeze koyduğumuz ‘mutluluk’ kavramı Yunan felsefesinde önemli rol oynayan unsurlardan birisiydi.

ERDEME UYGUN EYLEM

Düşünürlerin dünyasındaki mutluluk algısı bizim şimdilerde yaptığımız türden bir haz arayışı içinde oradan oraya savrulup yorgun düşmek anlamına gelmediği için onlar mutluluk nedir sorusunu irdeledikçe onun önemli bir basamağı olan ahlak problemini ortaya çıkarırlar.

Aristo mutluluk ve ahlak ikilisini nerdeyse aynı kavram gibi kullanır ve öyle inanır ki mutlu olmak isteyen insanın tüm çalışma ve eylemlerinin akla uygun olması gerekir.

Ona göre mutluluk ‘erdeme uygun eylem’ demektir. Erdem akla uygun harekettir. Aristoteles’e göre ahlakı tüm diğer ilimlerden ayıran husus, teorik bilginin değil, eylemin şart olmasıdır. (hadii bakalımm şapkalar öne)

Aristo bir mantık silsilesi içinde tüm bu hayati konular için şunları der: Ahlakta esas olanın ahlakın bilgisine değil, kendisine sahip olmaktır, yani ahlakın ilke ve esaslarını bizzat yaşamaktır. Çünkü ahlakta gerekli olan bilgi değil etkidir. Bu düşünce sistematiğini uygulayıp kendini yöneten yani erdemi ‘kendi şahsında gerçekleştiren’ insan gerçekten mutlu insandır.

İşte hocaların hocası düşünce tarihinin mihenk taşı adamın bizlere bir öneri mahiyetinde bırakıp gittiği salık böyle bir sistematik varoluşu işaret eder.

Yazının en başında onu anlatması zor demiştim ama onunla ilgili öznel fikrim Aristo’nun her yönüyle bir dünya adamı olduğu yönündedir. Onun hocası Platon’dan farkını ise, Raphael’in o meşhur tablosuna bakarak anlayabiliriz.

Bildiğimiz bütün filozofların bulunduğu tablonun merkezinde iki kişi tüm dikkatleri üzerine çeker onların birisi Platon diğeri ise Aristoteles’tir.

 Platon eliyle gökyüzünü yani tek inancı olan “ideaları” işaret ederken, Aristoteles eliyle yeri, yeryüzünü yani bizzat dünyayı işaret ediyordur.

O tabloda bile adeta “bırakın bilmediğiniz bir alem ile ilgili fikirler yürütüp ona tutunmayı burada dünyadasınız ve sadece burasını anlamaya çalışmalısınız” der gibi bir tutum içindedir.

Yazı biterken son bir söz söylemek gerekirse hiç de mantıksız sayılmaz bu isteği.

Mevcut yaşamı ileriye götürmek kendini gerçekleştirmek yerine hepimiz için flu olan ve aslında bizim bilme kapasitemize açılmayan, bir tahminden bir varsayımdan öteye gitmeyen bir öte dünya için bunca çaba sarf edip dogmaların peşine düşüp yeryüzünü birbirimize zindan edeceğimize    sadece kendi namımıza erdemi inşa etmeyi, onu kendimize katmayı, bu sayede de burada ve şimdi mutlu olmayı pas geçiyor olabiliriz.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

eftalya-koseoglu
MSM konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Mezunu. Reklam sektöründe yaratıcı yazarlık ve prodüktörlük yaptı. New York Film Academy’de Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik Eğitimi aldı. Halen akademi dışı felsefe eğitimi almaya devam ediyor.