Uygulamalar

“Dünya yaşamı, bir olgunlaşma enstitüsü” 

Hepimizin gölgeleri var; diğerlerine akıl verdiğimiz, tavsiyelerde bulunduğumuz ama söz konusu kendimiz olunca gözlerimizi sıkı sıkı kapattığımız gizli köşelerimiz. Oysa birincil sorumluluğumuz kendimizi bilmek, neden burada olduğumuzu ve buradan nereye gideceğimizi idrak etmek… 

Bazen insan, içindeki boşluğu ne yapsa dolduramıyor, varoluşsal kaygılar da diyebiliriz belki. Ama kendine, kalbine bir yol bulanlar da oluyor. Psikosentez yaşam koçu Cangül Soydemir de spiritüel yolcuğunu yapanlardan. Hatta bu yolculuğa çıkmak isteyenlere rehberlik de ediyor. Öyle ki tepe yöneticilikleri yaptığı kariyerini bırakıp hayatını baştan yazmış. Psikosentez, astroloji ve meditasyonu aynı potada eriten Soydemir’e ruhsal yolculuğunu ve yöntemlerini sordum. 

Ne kadar zamandır kendinizi arama yolculuğundasınız? 

20 yıla girdiğim bir içsel yolculuğum var. O tabii hiç bitmeyecek bir şey, ömür boyu sürecek. Sanıyorum benim şansım tasavvufla karşılaşmam oldu ve hayatım bütünüyle değişti. O zaman yaşama, kendinize, insanlara bakış açınız da değişiyor. Ve sonra tamamen bu yöne evrildim.

Eğitiminiz ve kariyeriniz çok iyi ama bir anda her şeyi bırakıyorsunuz. Neden?

O enerjilerin içinde kalmak istemedim çünkü. Avusturya Lisesi mezunuyum, ekonomi okudum, dört yabancı dili aynı düzeyde biliyorum. Çok uluslu şirketlerde tepe yöneticiliği yaptım ama bir süre sonra yaptığım işlerin enerjisi çok sert gelmeye başladı. Çünkü gerçek maneviyat bir yerlere kaçarak yapılan değildir. Zor olanı dünyanın içinde maneviyatı eritmektir. O bakış açımla işimin enerjileri çok zıttı. Zorlu bir iki sene geçirdim. Son sene “Ben ne yapmalıyım?” diye düşünürken bilimsel eğitim almaya karar verdim çünkü bu işin özellikle psikoloji bilgisi olmadan yapılmaması gerektiğini biliyorum. Bir şeyi öğretmek pozisyonuna girdiğinizde kime, neyi, nasıl öğreteceğinizi de öğrenmeniz gerekir. Oxford’un uzaktan eğitimiyle psikolojiye giriş sertifikası aldım. Amerika ve Avrupa’da merkezleri ve enstitüleri bulan Psikosentez Psikoloji Ekolünün eğitimini San Fransisco merkezinde aldım.Uluslararası psikosentez koçu oldum. Astrolojiyse benim 20 yıllık tutkum.

“Cangül Soydemir Psikosentez Metodu ile Kendini Bil” diyorsunuz. Kendi metodunuzu mu geliştirdiniz?

Ben üç ayaklı bir sentez kullanıyorum. Bunun içinde derin astroloji, psikosentez ve meditasyon var. Aynı zamanda meditasyon eğitmeniyim. Bütün danışmanlıklarımda meditasyonu kullanırım. Astroloji doğru yorumlanabildiğinde kişinin parmak izi gibidir. Karmik ve psikolojik parmak izini gösterir bize. Bir teşhis ve tespit aracı. Harita bana kişinin manevi enerjisini, psikolojik mirasını gösterir. Hızlı yol almamızı sağlar. Ve buna derin astroloji dedim. İsim patenti de var. 

Neden derin astroloji diyorsunuz?

Astroloji çok popülist kullanılmaya başladı. Karışsın istemedim. Gerçek bir manevi bilincin içinde olduğunuz zaman her şeyden önce şuna varıyorsunuz; ben olumsuz bir karma yaratmamalıyım, adil olmalıyım, aç gözlü olmamalıyım, hakkını vermeliyim. Bunlar maneviyatın baş koşulları. Ayrıştırmak istedim kendimi biraz buradan. O nedenle paylaşımlarımda da astrolojiyi geride tutuyorum. Meditasyon için de böyle bu. Meditasyonun temeli nedir, o enerji nereden geliyor, kullandığın sözcükleri o kişi psikolojik olarak kaldırabilecek mi? O kadar çok püf noktası var ki! Bu da şunu yaratıyor; akademisyenlerle bu alan arasında uçurum… Oysa ikisini bir arada holistik bir yaklaşımla kullanmak asıl çözümü getirir. Astroloji hocam Mark Jones çok tanınmış biridir ve psikoterapisttir. Benim de sertifikam oradan. Onunla çalışırken astroloji haritasının psikoterapist açısından nasıl yorumlanabileceğini de öğrendim. Üstüne de psikosentez eğitimi aldım. Astrolojiyi ön plana koysam çok daha kolay popüler olurum ama prensip olarak beş yıldır direniyorum.

“PSİKOSENTEZ, İLK SPİRİTÜEL PSİKOLOJİ EKOLÜ”

Psikosentez metodu nedir?

20. yüz yılda modern psikolojinin oluştuğu yılarda İtalyan bir psikiyatrist ve tıp doktoru olan Roberto Assagioli tarafından kuruluyor. Assagioli bir süre Jung’la çalışıyor. Freud’un geliştirdiği psikanaliz sistemini İtalya’da ilk o kullanıyor. Sonra da bunu geliştiriyor çünkü Assagioli’nin bir de spiritüel bir yolculuğu var. Modern psikolojiye ilk spiritüel yaklaşımı getiren kişidir. Bu ekolde bir yüksek benlik var. Diğerlerinde yok. Assagioli psikosentezinde bilinci anlatırken orta bilinç, bilinçdışı ve yüksek bilinçten, tanrısal benlikten bahsediyor. İlk spiritüel psikoloji ekolü aslında. Bilinci, bilinçdışını, kolektif bilinci anlatıyor. İki bölümü var; biri terapi ağırlıklı olan klinik psikologların kullandığı biri de benim eğitimini aldığım psikosentez yaşam koçluğu. Bizler psikosentez yaşam koçları terapi yapmayız ama yaptığımız şeyin sonucunda teröpatik bir etki olur. Travmalara girmeyiz ama artık dünyadaki yeni terapi anlayışı da çok fazla travmanın içine girmeyen bir yöne doğru gidiyor. 

Neden?

Çünkü senelerce terapiste git gel hem çok yorucu hem zaman alıcı hem de çok pahalı bir yöntem. Ayrıca psikiyatri ve psikolojide yeni keşifler var; beyin kayıt tutar deniliyor artık. Bedenle mutlaka çalışılıyor. Bütün mistiklerin söylediği şey; bedenin öbür dünyaya yani spiritüel dünyaya yolculuğa bir araç olduğu şimdi biraz daha bilimsel bir dille anlatılıyor. Bizim yaşadığımız her şeyin, travmaların, zorlayıcı deneyimlerin ve sonucundaki duyguların elektrik olarak bedenimizde kayıtlı olduğu ispatlanmış durumda. Bu nedenle sadece terapi yaparak bu enerji değiştirilemiyor. 

Peki bu kayıtları silebiliyor muyuz? 

Silme demeyelim. Beden üzerinde çalışarak bunu dönüştürebiliyoruz. Mesela ben meditasyonlarımda hep bedeni çalışırım. Burada yaptığımız şeylerden biri şu; kişinin çözmek istediği duyguyu hissettiği yer üzerinde çalışıp orayı sevgiyle doldurmak. Şifayı kendiniz veriyorsunuz. Benim yaptırdığım yönlendirerek, sesimi de kullanarak kendi enerjinizi kullanmanızı sağlamak. Çünkü aslında bizim dışarıdan hiçbir şeye ihtiyacımız yok. İhtiyacımız olan şey doğru yönlendirilmek, iyi bir rehber. Ama her şeyi kendimiz yapacağız.  

“KORKU ENERJİSİ BÖBREKTE BİRİKİR, KEDER AKCİĞERDE”

O sorunu bedende çözemedikçe hastalanıyor muyuz?

Aynen öyle. Bir beden taraması meditasyonum var. O meditasyonda belli organlarda dururum. Mesela böbrekler. Çünkü korku enerjisinin biriktiği yer böbrekler. Keder, acı akciğerlerde, öfke ellerde. Taramayı yaptırırken özellikle oralarda durur ve enerjiyi boşalttırırım. Bizim önce içteki merkezlerimizde enerji bozuluyor. Sonra fiziksel bedeni etkiliyor. Böbreklerde taş oluşması astrolojide Satürn etkisidir. Satürn de psikolojik düzeyde korku demektir. Aslında hepsi o kadar birbiriyle iç içe ki. O yüzden üçünü bir arada kullanmak çok anlamlı. O anda danışanımın haritasından Satürn geçtiğini görürsem korkuyu hemen ele alırım. Enerjiyi sıkıştırıp maddeleştirir Satürn. Korku da sıkışmış bir enerjidir. 

Bedeni nasıl kullanmalıyız? 

Psikolojide bilimsel olarak yapılan araştırmalar beyni “-mış gibi” yaparak kandırabildiğimizi gösterir. Konuşma yapacaksın, topluluk önünde konuşmaktan çekiniyorsun. Konuşmaya çıkmadan evvel aynanın önünde 5-10 dakika gülümseyip elleri açıp göğsünü dışarı çıkararak yapacağın hareket beyne güvendesin mesajı verir. Beden ve duyguların ilişkisini çok iyi bilmek lazım. Ben seanslarımın yarısını meditasyonla geçiririm. Spesifik olarak o kişinin neye ihtiyacı varsa, onu yaptırırım. Çünkü meditasyon hem içte çalışır hem de ondan önce çalıştığımız konuları içselleştirir. İçte bir temel oluşmaya başlar. Meditasyonu yaptırdığımız süreyle sınırlı kalmaz, orada işleme devam eder. 

Siz dünyanın ara istasyon olduğunu yazmışsınız internet sitenizde. “Ruhumuz da bu istasyonda bedenleniyor” demişsiniz ayrıca…

Tasavvufi bakış açısına göre ruhumuzun sonsuz bir yolculuğu var. Reenkarnasyon yoktur, tasavvuf inanmaz, ben de inanmam. Ama biz enerji formunda farklı farklı boyutlarda olabiliriz. Bir tek bu boyut yok ki dünya boyutu sonsuz bir yolculuğun küçücük, kısacık bir istasyonu ve dünyaya inmiş olmamız demek, karmalarımız var demek. Çünkü dünya aşağı bir enerji. Bir şeyi eksik ya da yanlış yapmışız ki buradayız eğitilmek için. Yoksa yukarıda olurduk değil mi? O yüzden her birimiz kendi biricik karmik ve yaşamsal kader planımıza göre buradayız. Dünya yaşamı bir olgunlaşma enstitüsü hepimiz için. Çünkü dünya bir laboratuvar gibi mistik bakış açısıyla. Herkes buraya eksik, fazla düzeltmesi, öğrenmesi gereken sorunlarıyla geliyor. O yüzden dünya hep bir mücadele alanı.

“TANRININ KUTSAL NEFESİ HER BİRİMİZİN İÇİNDE” 

Ve mücadele de hiç bitmiyor sanırım…

Dünyayı gerçekten bir ara istasyon gibi kullanabiliriz. Böyle baktığımızda da birincil sorumluluğumuz kendimiz; “Ben kimim, nereden geldim, niye buradayım, buradan sonra nereye gideceğim?” sorularını araştırmak. Çeşitli durumlarla, kişilerle yollarımız kesişiyor. O ilişkiler vasıtasıyla kendimizi bilmeye, tanımaya başlıyoruz. Dünyada hiçbir şey kalıcı değil beden dahil. Ama her birimizin içinde kalıcı bir bilinç var, Tanrının kutsal nefesini üflediği saf bir bilinç. İşte meditasyon ve çalışmalarla içe bağlanıyoruz. Dünyaya değil, ona tutunmamız bizi kurtarıyor. Kime kalmış ki dünya! Tasavvuf gerçekle hakikati ayırır. Gerçek Satürn gerçekliğidir. Satürn çıplak gözle görülen en son gezegendir. Dünya gerçekliği orada biter. Bu fiziki dünyada bir Satürn gerçekliği var. Bir şeyi yaptın dünyevi anlamda sonucu gelir. Bir karar aldın, bir seçim yaptın onun sonuçları gelir. Bu gerçektir. Ama bir de hakikat vardır. Bizim hiç ölmeyen hep var olan ve Tanrıya bağlı özümüzle ilgili hakikat.

İnsanın kendini tanımaya çalışması da büyük cesaret değil mi? İnsanlar kendilerini görmezden geliyorlar. 

Tabii insanın karanlığıyla yüzleşmek istemesi çok önemli bir cesaret belirtisidir. Yüzleştikçe güçlenir insan ve kendini sevmeye başlar. İnsanın en büyük sorunu bölünmüşlüğü. Dışarıdan cesur görünüyorsun içeride korkuyorsun. Dışarıda çok özgüvenliymişsin gibi davranıyorsun ama kendine hiç güvenmiyorsun. Bütün bu bölünmüşlük insanı hasta ediyor, mutsuz ediyor, ilişkilerini de sağlıksız hale getiriyor. Kendini tanımak içte bütünlüğü sağlıyor. O zaman tek bir merkezden kendine ve başkalarına bakabiliyorsun. 

“İNSAN BİR TEK KENDİ FİLTRESİNİ TEMİZLEMEYE YANAŞMAZ”

Danışanlarınızdan yola çıkarak sormak isterim; ortak bir problem var mı? 

İlişki problemi herkeste var, çoğunlukla da karşı cinsle, eş ya da sevgiliyle. İkincisi de pandemi sürecinde oluşan korku ve belirsizlik endişeleri tetikliyor ve bunlar tetiklendikçe insan bir yere tutunma ihtiyacı hissediyor. Dışarı tutunuyor, bir ilişkiye, bir kişiye, paraya. Ama şimdi bu koşullarda oralar da kaygan. Nereye tutunacak? İçe tutunması gerekir. Bu yüzden ben bütün danışanlarıma içinde bir merkezi olduğunu hatırlatırım. Meditasyonda hissetmeye başlar. Dünya ağır geldiğinde orayı bulmak lazım. Telefonu şarj etmek gibi. Bütün aygıtların filtreleri temizlenir ya da değiştirilir. Bir tek insan kendi filtresine bakmaz ya da temizlemeye yanaşmaz. Sübjektif bir filtreden hayata bakıyoruz. Onun içinde korku var, şüphe var, kıskançlık var, o var, bu var. Bu çalışmalar kişinin sübjektif filtresini temizlemeye başlıyor o zaman da kendini, partnerlerini görmeye başlıyor. Danışanlarım çoğunlukla kadın, erkek de var, iki kişi. O da önemli bence. Hepsinin çocuklarıyla da çalışıyorum. En genç öğrencim de Serra. Bir senedir çalışıyoruz. 

Ne değişiyor çocukların hayatlarında?

Çocuklar kendilerini, duygularını yönetmeyi öğreniyor. Spesifik olarak Serra’dan bahsedelim Bir problemle gelmedi bana. Astrolojiye meraklı bir çocuk. Sonra ben virüsten dolayı bir korku sorunu olduğunu fark ettim. Nitekim odasında yalnız kalamadığını öğrendim. Psikosentezle bilinci çalıştık, yumurta diyagramıyla. Roberto Amcanın Yumurtası diye öğretiyorum onlara o diyagramı. Yumurta, içinden istediğimiz duyguları alabileceğimiz bir yer. Diyelim ki korku çalışıyoruz, bu rahatsız edici bir duygu onu yumurtanın en altına atabiliriz, ihtiyacımız yok diye anlatıyorum. Roberto amcanın yumurtasında korku, öfke aşağıda ama içinde, yok etmiyoruz çünkü enerji yok olmaz, form değiştirir. Onun resmini yapıyoruz. Bu duyguyu nasıl komik bir hale getiririz diye çalışıyoruz. O enerjiyi maddeleştiriyoruz resim yoluyla. Virüsten korkuyordu, onu çizdi. Dedim ki “Bunu şimdi komik bir arkadaş haline getirsek nasıl çizerdin?” Onu komik hale getirdi, resmi odasına astı, her gördüğünde de gülmesini söylemiştim, güldü. Böyle böyle artık odasında yalnız kalıyor.

Alt kimliklerden de bahsediyorsunuz, alt kimlikler nedir? 

Bilinçdışında yer alan yarı otonom kimlikler. Farz edelim çocukken evde anne-baba sürekli kavga ediyor. Henüz bilişsel yetenek gelişmemiş ama duygular gelişmiş durumda. Gürültü, yüksek ses, bağırış oluyor. Ve çocuk psikolojik olarak kendini suçlu hissediyor. Ben sessiz olursam belki beni severler, belki susarlar diye düşünüyor. Böylece altta aslında onu korumaya çalışan, “sesiz ol” diyen bir alt kimlik oluşuyor. O an o enerji çocuğu psikolojik olarak korumaya alıyor çünkü anlam veremiyor. Yetisinin dışında bir şey. Birçok alt kimlik böyle oluşuyor ama zaman içinde bunlar bilinçdışından yetişkinliğe geldiğimizde bizi sabote etmeye başlıyor. Korkan bir alt kimlik var diyelim, o alt kimlik nedeniyle yeniyi her deneyeceğimizde nedenini bilmediğimiz bir şekilde bir korku geliyor ve biz bambaşka bir yöne gidiyoruz. Bunlar bizim özümüz değil, hep aşağıdan alt kimlikler. Bu alt kimliklerle iletişim kurabilmek, onları yönetebilmek gerekiyor. O zaman bu bölünmüşlük ortadan kalkıyor. İçe alan ama özdeşleşmeyen olmalı buradaki yaklaşım. O da içimde ama ben seçmiyorum. Çünkü seçtiğimiz her şey sınırlarını yaratıyor, o sınırlar da kaderi.

“BİLİNÇ KRİZLERLE GELİŞİYOR”

İnsanlar kaderlerini değiştirebilir mi?

Bu çok büyük bir soru. Benim deneyimim şu yönde -tasavvuf da öyle söylüyor- bazı şeyleri değiştirmek mümkün ama bunun için çok yüksek bir enerji gerekir. Diyelim ki bir seçim yaptık ve bir partner seçtik ama bu partneri seçerken özgüven eksikliği olan alt kimliğimiz bize gerçekten özgüvensiz hissettirecek bir partner seçtirir. Çünkü özgüven eksikliğimizi görmemiz, onunla yüzleşmemiz lazım. Ama biz ne yapıyoruz daha da özgüvensiz hale geliyoruz. Burada bir kader oluşuyor. Bu seçimin bir kaderi var. Ben o adamla yolumu ayırana kadar o kaderin içindeyim. Peki bu küçük kaderi nasıl değiştirebilirim? Özgüven eksikliği olan alt kimliğimi keşfedip onu düzenleyip yönetip içime tekrar entegre edersem o seçimi bir daha yapmam. 

İnsanlar bunları büyük olaylar sonucu öğreniyor değil mi? Daha kolay bir yolu yok mu? 

Maalesef. Zaten psikolojik düzeyde de bilinç krizlerle gelişiyor. Bilinci kendi haline bıraktığınızda o konfor alanı dışına çıkamıyor ona zarar verse de. Dışarıdan veya içeriden bir kriz gelecek ki kişi arayışa başlayacak. Bilincinde başka bir pencere açma ihtiyacı duyacak. Açıncaya kadarki kısmı acı veriyor ama o pencereyi açtıktan sonra farklı bir sen dolmaya başlıyor içten. O zaman enerjisi değişiyor insanın. Enerjisi değiştikçe küçük küçük kaderlerini değiştiriyor. Her şeyi daha sade bir gözle anlamak görmek ve minik adımlarla başlamak önemli. Minik adım büyük sonuçlar getiriyor. Zihin bize tuzak kuruyor çok büyük adımlar atmamız için çünkü o adımı attığımızda geri döneceğiz. Küçük küçük hedefler koymalıyız kendimize. Onlar gerçekleştikçe özgüvenimiz artacak. 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.