Felsefe

Cesaret mi? Esaret mi?

Sevgili Mümkün Dergisi okuyucuları, 

Bu ilk yazımda sizlerle bir araya gelmenin heyecanını taşıyorum. Yaprak arayıp, yeni bir dergi oluşumundan bahsettiğinde çok memnun oldum. Yeni bir başlangıcın getirdiği derin tesirleri hissettim. Öncelikle Mümkün Dergi’ye başarılar diliyorum. Yolu açık ve faydası daim olsun.

İnsanın kendini tanıma yolculuğunda, öze doğru ilerlerken bize ışık tutacak bilgilerin hakikatlerinin anlatılmasında ayağı yere basan bilgilere belki de hiç bu kadar ihtiyaç olmamıştı. 

İnsanın sınırlı bir madde yaşamını, daha yüksek sezgilere ve bilgilere bağlayacak yol taşlarının altı günümüzde zaman zaman boş bilgilere dayandığı için bazen kişinin ayağını yerden kaydırmakta, kişinin boşluğa düşmesine sebep olmakta ve hatta pek çok sınavı da beraberinde getirmekte…

Önceden kadım öğretiler, ezoterik bilgiler kalabalıklardan saklanırdı. Bireyin o bilgilere ulaşabilmesi için farklı aşamaları ve sınavları geçmesi gerekirdi; ancak layık olduğu kadarıyla verilirdi. Artık günümüzün ihtiyaçları gereği, bu sistem değişti. Her türlü bilgiye bir tuşa basarak ulaşabiliyoruz. 

Neredeyse kapalı, üstü örtülü bilgi kalmamış durumda. Diğer yandan, bu kadar bilginin ortada olması da karmaşa getiriyor, kaos yaratıyor. 

BİLGİNİN ÇOKLUĞU VE HAKİKATİ

Karşılaştığımız bilginin hakikatini nasıl bilebileceğiz? Zihnimizi çelmeyeceğini ve bizi kendi yaşam yolumuzdan uzaklaştırmayacağını nasıl anlayacağız? Bizim için faydalı olduğunu nasıl saptayacağız? Başımızı ne yöne çevirsek üzerimize sağanak gibi yağan bilgilerin gerçek varlıksal ihtiyacımızı karşılayacağını nasıl sezebileceğiz? Sorular, sorular…

Gelecek sayılardaki yazılarımda, sizlerle bu soruların yanıtlarını irdelemeyi, yanıtlarını beraberce bulmayı hedefliyorum.

Her birimizin farklı yaşam öyküleri, atasal birikimleri var. Hiçbirimizin parmak izi birbiriyle aynı olmadığı gibi, spiritüel olarak getirdiği psişesinin izleri ve dinamikleri de aynı değil. 

REALİTELERLE ÖZDEŞLEŞMEK

İnsanlığın şu anki aşamasına gelmiş olan bireyler olarak pek çok aşamalardan geçtik. Farklı realitelerde basamak basamak yükseldik. Realitelerin gerektirdiği olaylar ile karşılaştık, o realitelerin inanç kalıpları ile yoğrulduk. Her bir realitenin getirdiği anlayışlarla özdeşleştik, eşkoştuk. Kendimizi inanç ve yargılarla tanımlar olduk. 

Yol uzun… Aşık Veysel’in dediği gibi; “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece…” Bu yol zaman zaman engebeli, zaman zaman çukurlu. İçine düşmeden bilemedik çoğunluk çukurun derinliğini. Bazı kereler debelendik, durduk… Bazı kereler ise çukurda olduğumuzu dahi fark etmedik. O bizim gerçekliğimiz oldu. Her türlü gerçekliği o çukur sandık. Değişmez diye varsaydık. Bazen boyun eğdik, bazen ise isyan ettik.

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!

Korona günlerinin hiç ağızdan düşmeyen cümlesi, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,” oldu. Ben de bunu sık sık YouTube, Instagram ve Facebook canlı yayınlarımda, konferanslarımda, sohbetlerimde dile getirdim. “Değişmeyen tek şey değişim” diyoruz da değişim meydana geldiğinde korkmadan edemiyoruz. 

İnsan bilmediğinden korkar. O nedenle geleceği bilmek, olacakları sezmek ister insanoğlu. Neyin içinde olduğumuzu görmediğimizde, onu değiştirme ihtiyacı duymayız. Pek çok insanla yaptığım regresyon çalışmalarında da görüyorum ki, değişim isteğini çok sık dile getiriyoruz ancak değişim gerçekleşeceğinde bundan korkuyoruz ve tam tersi yönde direnç gösteriyoruz. Ne kadar kötü olursa olsun mevcut olanı koruma eğilimi gösteriyoruz. Bir şey değişirse, beklentimiz onun eski haline dönmesi yönünde oluyor. 

Şu an da sadece tek bir birey olarak değil, tüm insanlık olarak değişimin içindeyiz. Tüm realitelerimiz, alışkanlıklarımız, tutumlarımız sarsılıyor. Ne tek bir birey ne tek bir grup, ne tek bir ülke, ne tek bir kıta… Tüm insanlık olarak değişimin sarsıcı ayak sesleri içimizi titretiyor… Ölümler, ayrılıklar, dokunamamalar, yalnızlaşmalar, belirsizlikler, komplo teorileri… Her biri depremler gibi realitelerimizi sarsıyor.

KORKULAR, CESARET VE ESARET

Kurulacak yeni hayata ne kadar uyum sağlayabilirsek, değiştirmemiz gereken dinamikleri fark edersek, ondan sonra minik minik adımlarda bu değişimi dışarıdan gelen itilimle değil de içeriden gelen itimle gerçekleştirirsek, o zaman CESARET’i açığa çıkarırız. Ve ESARET’ten kurtuluruz. 

Dış dünyaya müdahale edemediğimiz durumlarda, etki edebileceğimiz yegâne yer iç durumlardır. Korkmak doğaldır. Esas olan korkmamak değil, korkuyu cesaretle dönüştürmektir. Korkunun kendisi aslında virüs gibi yayılmaktadır.

Korona süreçleri de bizi içimize döndürdü. Önce evimizi temizledik, düzenledik. Açılmamış çekmecelerimizi boşalttık. İçlerini neler ile doldurduğumuzu fark ettik. Biriktirdiğimiz pek çok şeyin şimdi işimize yaramadığı aşikâr oldu. Şimdi ise sıra iç çekmecelerde… Zihnin derinliklerinin ötesinde bilinçdışımızda biriktirdiğimiz ve artık işimize yaramayan duygu, düşünce, hisler ve inanç kalıplarında.

Bir sonraki yazımız psişemizin katmanları üzerine olacak. O iç çekmecelerde neler var ve kaynakları nedir onu biraz daha açacağız. William Butter’ın da dediği gibi, “Çıkmaya değer tek yolculuk içteki yolculuktur.” Selam ve sevgilerle…

 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.