Kitap

Bir editörün ritüelleri…

Fatma Aktaş yani Fatoş, benim de çok sevdiğim arkadaşlarımdan biri. Hem arkadaşım hem meslektaşım. Onu ilk kez Instagram’daki bir canlı yayında görmüştüm ve hemen takibe almıştım. Daha sonra hikayelerindeki paylaşımları ve bir eğitimde aynı sınıfta olmak derken, Fatoş’u sevmem çok zaman almadı. O benim pandemi hediyelerimden… Fatoş’un bir gününü nasıl geçirdiğini sosyal medyadan takip ederken fark ettim, pek çok ritüeli vardı üstelik kariyeri boyunca, sevdiğimiz birçok kişisel gelişim ve destek kitabının proje editörlüğünü yapmıştı. Burada yer vermek için ondan çalıştığı kitapları istedim ama o kadar çoktu ki hangi birini yazsam bilemedim… Fatma Aktaş ile nasıl çalıştığını konuşalım diye bir araya geldik ve beraberinde azıcık da kitaplardan söz ettik.

Kesin emin olduğum bir şey var ki… Editörlük gerçekten kendine has bir hal gerektiriyor ve bu nedenle biz editörler, bir yanımızla birbirimizin tıpkısıyız. “Acıyı bal eyledim,” durumu değil mi? Çok sabır, çok dikkat, çok müşkülpesentlik ve daha bir sürü çetin özellik gerektiriyor. Bir çeşit kintsugi, editörlük de. Aslında kırıksın ve bu kırık seni parlatıyor, bir arada tutuyor, güzelleştiriyor… Ne dersin?

Çok haklısın, editörlük en başta perde arkasında olmayı da göze almak demek tüm bu meşakkatli çalışma sonrası. Bakma, son birkaç yıldır zikrediliyor isimlerimiz ve cisimlerimiz. Öncesinde künyede bir satırdan ibarettik, hatta bazen oralarda da yoktuk. Bu çok tuhaf bir durumdur hem varsındır hem yoksundur, ama yine de o kitabın ebesisindir. Bebeği, ana babanın yani yazar ve yayınevinin kucağına verir, başka bebeklerin doğumuna gidersin.

Editörlük sevgiyle yapılan, emek isteyen bir iştir velhasıl. Bir yaşam biçimidir, sabah dokuz akşam altı yapılamaz bana göre. Ya da benim tanımlamamda öyle bir editörlük biçimi yok. Yayıncılığın cevheri, editörlüktedir.

Sende ilk dikkatimi çeken ve hayranlığımı yükselten şey kendini kabul etmendi. Demiştim ki “Ben bu kızı severim.” Kendini saklamaman, içtenlikle bize göstermen. Bu kolay erişilen bir yer değil. Sen, kendinle baş etmenin ve onu sarıp sarmalamanın yolunu nasıl buldun?

Düşe kalka, duvara toslaya toslaya, acıya acıya, hatta bazen acıta acıta sanırım. Ama en çok “kabul”, “beklentisizlik” ve “özgürlük” kelimeleri anahtar noktam oldu. Nosce Te İpsum ve Amor Fati. Çok mihenk taşı zamanlarında yaptırdığım iki dövmedir İstanbul’da. En özgün olan, en kişisel olandır. Kendini Bil. Kaderini sev. Kendimi her şeyimle kabule geçtiğimde bunda utanılacak bir şey olmadığını, “utanç” kavramının bile öğretilmiş bir sahtekârlık olduğunu anladığımda sanırım açmaya da başladım kalbimi. Bir de inanılmaz yalnızdım ve ben varoluşum gereği çok da açık pencere bir insandım. Anlatma ihtiyacı olan, insanları birbiriyle buluşturduğunda varlık amacına erişmiş hisseden… Bunun en ulaşılabilir ve sansürsüz yeri de o zaman Instagram’dı, yani sosyal medyaydı bana göre. Kendimi inanılmaz özgür hissediyorum bu anlamda çünkü kimsenin canını yakmadan o özgürlüğü ve özgünlüğümü yaşayabilmek için çok çabaladım. Şimdi “kendimle baş etme” kısmından, “kendimi sarıp sarmalama” kısmına geçtik çok şükür.

Ayrıca güzel sözlerin için çok teşekkür ederim, ne mutlu bana…

Spiritüel konulara ilgin, nasıl başladı?

Aslında evvelinde hiçbir ilgim yoktu, otuzlu yaşlara dek. Ben kurgu okumayı severdim, oldukça da rasyonel düşünürdüm bu konuda. Dünya edebiyatını takip etmek, çağdaş Türk yazarları izlemek benim okuma serüvenimde başı çekerdi. Spiritüel konularla ilgili tek bir kitap yoktu kütüphanemde. 2015 yılında Ankara’da bankacılık ve finans mesleğimin miyadını doldurduğu, bunun artçı sarsıntılarını ise özel yaşamımda ister istemez hissettiğim bir dönem yaşadım. Ama o ana kadar meditasyon, nefes, içgörü, farkındalık gibi konularla ilgili zerre argüman sahibi bile değildim. O zaman kulakları çınlasın, Gülsüm diye bir arkadaşım vardı. Konuşuyoruz, dertleşiyoruz, bana hiç unutmam İçimdeki Yolculuk diye bir kitap hediye etti. Yazarı Esra Özbay. Devasa bir kitap, 800 sayfa falan. Yazar kendi kişisel hikâyesinden yola çıkarak içsel dönüşümünü anlatıyor. Kurguyu bir roman edasında anlattığı ve de başlarda o da benim gibi itirazla ya da rasyonel düşünceyle iç içe yaşadığından çok ilgimi çekti kitap. Sonra benim işten ayrılmam, kendimi Ankara’da Kültür Bakanlığı ve reklam ajanslarıyla editör olarak çalışıyor bulmam gibi hızlı değişiklikler dönemi başladı. Tabii Gülsüm’den sürekli kitap önerileri alıyordum. Bu esnada Kitap Ağacı İçsel Dönüşüm Kulübü’nü kurduk. Orada bu konularla ilgili ve inanılmaz birikimi olan insanlarla buluştum. Yazarlarla, deneyim aktarıcılarla, tekniklerle vs. Nefes, aile dizilimi, regresyon gibi uygulamalarla ilk o zamanlar tanıştım. Ama özel hayatım da inanılmaz bir çalkantı halindeydi. Kolay değil, kaç yıllık garantili ve yüksek gelirli mesleği bırakıyorsun, bilmediğin bir suya girmişsin çabalıyorsun, eşinden ya da ailenden çok da destek görmüyorsun… Dolayısıyla o dönem tüm bu minik minik okumalar ya da ısınma turları bana can simidi gibi geldi sanırım. Ah o dönem neler yapmadım neler.

Çok kıymetli insanlarla ve şifacılarla tanıştım. Bir kısmıyla beraber çalışma şansına da eriştim. Hepsini sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum buradan, bana kattıkları her şey her şey için bin minnet…

Editörlük bol bol oturduğun, uzun saatler gözlerin ve parmakların hariç hareketsiz kaldığın bir iş. Uzun çalışma saatlerinde bedenen ve zihnen dinlenmek için neler yapıyorsun?

Ben bağımsız ve evden çalıştığım için planlama olmadan kendimden verim almam mümkün değil. Zaten burcum Terazi, yaydıkça çok rahat yayarım, asla çekinmem ama yükselen Oğlak, ondan kurtarıyorum sanırım. Yükseleni çalıştırmak konusunda çok çaba gösterdim.

Bu o kadar bütünlüklü bir şey ki mesela sık ama küçük molalarım vardır: Günün ilk Türk kahvesini içerken dururum ve o esnada günün sanat okumasını yaparım; sonra bitki çayı saatim vardır, o sırada dergi ya da resimli bir şeyler karıştırırım. Bu sıralarda Literatür Yayıncılık’ın devasa fotografik çalışmalarını okuyorum mesela. Kefir ve kuruyemiş saatimde mutlaka 10-15 dakikalık izleme molam vardır. Kaçırdığım bir canlı yayın veyahut merak ettiğim bir YouTube videosu. Bir de Misha ile inanılmaz uyumlu bedensel-zihinsel bir hayatımız var. O kucağıma gelir, “sevgi saati” derim ben o anlara. Kesinlikle dururum, onunla öpüp koklaşırız. Çiçekleri sulama ve Misha’yı tarama saati de öyle. Güneşin batışını izleme saatim vardır, çok şanslıyım ki harika manzarası olan bir yerde yaşıyorum.

Yani bu kısa molaların uzun vadede inanılmaz verimli bir çalışma olanağı yarattığını tecrübemle öğrendim. Aaaa bir de çok ciddi rap dinlerim, özellikle gece çalışması molalarında.

Peki yorulduğunu anladığın, bir mola vermen gerektiğini düşündüğün zamanlar… Bedenini dinlemekte nasılsın? Bu açıdan kendine şefkat gösterir misin?

Bu konuda çok bir farkındalığım yoktu açıkçası. Ben bedeninden çok uzak bir insandım, şimdi şimdi itiraf ediyorum. Yıllarca inanılmaz hoyrat davrandım ona. Bedenimi dinlemek konusunda Deniz Bağan’dan aldığım KALBİN DİNLENSİN eğitimlerinin inanılmaz faydası oldu. Beden tarama yapmayı, gergin bölgeleri hissetmeyi, nefesle sıkışıklığı açmayı, keyfi bedenimde yaşamayı ve bedenimin bir ayna olduğunu kabul etmeyi o eğitimlerde öğrendim. Meditasyon benim olmazsa olmazımdır, her sabah ve akşam meditasyonumu aksatmam ve o mindere otururum. Bir de bu çok bütüncül bir şey. Sen bedeni abuk sabuk şeylerle doldurursan, alkolle uykusuzlukla ya da şekerle uyuşturursan, zihnin bu direksiyona geçmesine izin verirsen kusura bakma da sen ne kadar dinlersen dinle o sana seslenmez, seslenemez. Harıl harıl dengeye gelmekle meşguldür yazık ki…

Kendime o anlamda şefkat gösterdiğime, en azından öğrenip çabaladığıma inanıyorum. Arada esnerim, gün içinde üç dört kez şarkı seçip dans ederim, inanılmaz tepinirim, topraklanmam lazım zira hikâyeler beni uçuruyor.

Çalışırken nelerden faydalanıyorsun? Mumlar, kokular, müzikler… Canlanmak ya da sakinleşmekle ilgili yaptığın özel şeyler var mı?

Önceden müzikle çalışabilirdim, şimdi klasik müzikle bile çalışamıyorum. Sanırım metnin içerisindeki armoniyi işitmek istiyorum. Bazen cümleleri ya da paragrafları yüksek sesle okurum. Zaten oldum olası sözlü müzikle çalışamam. Bir de bağımsız ve yalnız çalışmak, ne yazık ki bu anlamda konfor alanını genişletiyor. Şimdi açık bir ofiste günde sekiz saat bir editör nasıl çalışır, bana ilginç geliyor. Ama beni hıncahınç doolu bir kafeye koy, eğer bir iş varsa yetişecek, oturur çalışırım. Canlanmak için dediğim gibi rap ve hareketli müzikler dinlerim; inanılmaz severim rap dinlemeyi, ayaklanırım, dans ederim. Sakinleşmek için ise günlük rutin ve dönem dönem seçtiğim bana iyi gelen nefes egzersizlerim vardır, onları yaparım. Yukarıda da bahsettiğim okumalarım olur. Şimdilerde molalarımın birine, “her gün bir çocuk kitabı saati” koydum mesela. İnanılmaz iyi geliyor. Ve elbette Misha, onunla sevgi saatleri çok çok iyi geliyor bana. Mum, koku vs. çok da gerekli değil, olursa tamam. Kahvesiz çalışmazdım bir de şükür ki onu da günde bir tane Türk kahvesi ve üç bardak filtre kahveye indirdim. Ben bir şeye bağımlı olma hissinden özgürleşmeye fena takıntılıyım. Rutinlerimi severim, onlara bağlıyım ama bağımlısı değilim.

Her yeni işe başlarken, masanı sirkeli suyla sildiğini biliyorum. Başka ritüellerin var mı?

Ah evet, masayı boşaltırım, sirkeli suyla silerim, ardından tütsü yakarım. Bu esnada iyi dileklerimi, niyetlerimi, dualarımı sıralarım. Evren soru-cevap şeklinde çalışır, biliyorsun. “Kolaylıkla ve keyifle çalışmam, katkı olup katkı almam nasıl olurdu?” diye sorarım. Bir de mantralarımı dinlerim.

Bunun yanında gündelik hayatıma dair inanılmaz ritüellerim var. Say say bitmez. Yaşam şeklimi değiştirmemde ve pek çok alışkanlığı edinmemde ritüellerimin çok etkisi oldu. Astrolojiyi de sever ve takip ederim, dolunay-yeni ay vs ritüellerim vardır. Kutsal gecelerde ritüellerim vardır. Yağmur yağarken, duşa girerken, temizlik yaparken bile vardır yani…

Bir editör olarak pek çok türde çalışıyorsun ve metinler bizi oradan oraya götürür. Zihinsel enerji kaynakların neler?

“İç farkındalığım” en çok sanırım. Kendimi dinlerim, bedenimi dinlerim, motivasyonumu anımsarım. Bazen bugüne dek çalıştığım tüm kitapları tuttuğum listeyi açıp bakarım, tek tek gözümün önüne gelir geçtiğim yollar. An’da olmak ve mevcut metnin içinde hem karakter hem yazar hem de safi okur olarak kalmak, kalabilmek de en büyük kaynağım sanırım. Bunu son birkaç yıldır yapabildiğime inanıyorum. Hele hikâye ve mesele ilgimi çekmişse değme keyfime. Enerji kaynağına ne hacet, kendim kaynak jenaratör olmuşumdur zaten. O nedenle enerji fazlalığını ve heyecanını sık sık Instagram story’lerimde görür sevgili takipçilerim.

Bir de şu var Serda; ben yalnız yaşayan biriyim, çocuğum yok, evim hem ofisim hem yuvam. Benim hayatımın ta kendisi “kitaplar” velhasıl. İkili üçlü bir yaşantım yok sınırlarla çevrilen. Gecenin ikisinde sosyal medyada dolanırken bile kitap düşünürüm, kitapçı dolaşırım kafayı dağıtmak için dışarıya çıktığımda. İnternette sörf demek, “yurtdışında yayıncılıkta ne olup bitiyor”u izlemektir. Ya da çalıştığım yazarlar/yazar adayları bir süre sonra dostum olur. Sonuç olarak editörlük bir meslek değil benim için, para kazandığım bir alan değil, bir yaşam tarzı. Japonların hayatımıza son birkaç zamandır dahil ettiği “Ikigai” kavramı gibi. Dolayısıyla kaynaksızlığım, nefessizliğim demek. Nefes almıyorsam, bitmiştir o enerji zaten.

Lakin hayatta her şey mümkün, biliyorsun. Bir vakit gelir de editörlük mesleği benim çemberimde zamanını tamamlasa dahi kitaplar her daim yanımda olacak biliyorum. Veyahut ben onların yanında… Vaktinde bankacılığın tamamlandığı gibi. Bir sabah kalkıp, “Ben Kaş’a gidiyorum, dalgıç ya da kaptan olacağım,” diyebilirim. Ama giderken bavul yine de kitaplarla dolu olur, eminim. Bir de hayat bana o kadar “benimdir” dememeyi öğretti ki, hatta “ben buyumdur” dememeyi. Hangimiz yıllar evvel “asla olmam” dediğimiz noktalarda çömelip kalakalmadık, ellerimiz önümüzde.

Sen de neşeyle, zevkle çalışan birisin ve bu da üretimlerine yansıyor. Sence bu şevk nereden geliyor?

Çok klasik olacak ama okumayı söktüğümden bu yana kutsalımdır benim kitaplar. Ne onlar benden vazgeçti ne de ben onlardan. Ailemden büyük aile kütüphaneleri devralmadım ben, evimizde öyle kitap okuma saatleri falan da olmazdı. Çocukluğum ve sonrasında hikâyelere kaçardım, kaçarak kendimi bulurdum sanki. Şimdi onların vücuda gelmesinde bir şekilde katkının olması, elbette beni doğal bir yakıt üretimi varmış gibi ya da içten yanmalı motor gibi çalıştırıyor. Zamansız ve mekânsız bir şekilde bu eserlerin başkalarında da tıpkı bendeki gibi karşılık bulacağını bilmek… Çünkü biz gidiyoruz, onlar devam ediyor. Şevkimin nereden geldiğini bilemem ama ben buyum, böyleyim, hep böyleydim. Nereye kadar sürer bilmiyorum, ama şimdilik sadece kendi varoluşumu yaşıyorum…

Olsa da okusak dediğin kitaplar var mı? Ve bunun beraberinde şunu da sorayım, en çok hangi kitapları çalışmayı seviyorsun?

“Olsa da okusak” dediğim kitapların proje editörlüğünü yapmayı yürekten diliyorum doğrusu.  Yapıyorum da şükür. Ama yayıncılık inanılmaz büyüdü, özellikle yurtdışından harika kitaplar ve eserler geliyor ülkemize, keza yazarlarımız da durmadan üretiyor ne mutlu. Ama kurguda mesela daha çok Osmanlı sokak hayatını anlatan eserler okumak isterdim, bu alanı deli gibi seviyorum. Böyle dolu dolu bir tarih var, geçmiş var, ama nedense ne diğer sanat türlerinde ne sinemada ne de edebiyatta bence yeterince üretilmiyor, basılmıyor, basılıyorsa da benim haberim olmuyor.

Çalışmayı sevdiğim kitaplar da zaman zaman değişiyor, çok farklı alanda kitaplarla ve yazarlarla çalışma şansım oldu. Öyküden şiire, kurgudan başvuru ve destek kitaplarına, sağlıktan referans eserlere. İnanılmaz şanslı bir bağımsız editörüm, her gün şükrediyorum. Ve o an hangi kitapsa ihtiyacım, tam da o an ve o dalla ilgili bir kitap geldi benim e-postama. Buna yürekten inanıyorum. Yine kabul ve bunun bana hizmet ettiğine dair tevekkülle yoğrulmuş bir inanç yani. Bunun çok tatlı tevafuk örneklerini de yaşamışımdır mesela. “Türkiye’de politik roman yazılmıyor artık” diye düşünürüm, bir hafta sonra e-postama politik bir roman taslağı düşer. Yakınım uzun Covid geçirir, bununla mücadele etmenin yollarını anlatan bir doktorun çalışması düşer. Bu hep öyledir. İhtiyacım ne ise bana gelir, gelir, gelir. Ben de onu severim, yazarlar bana evladını teslim ediyor. Kitap ebesiyim ben. Sevilmez mi, gözetilmez mi hiç?  

Ben şunu çok duyarım, “Kitap okumayı ben de istiyorum ama bir türlü aradığım kitabı bulamıyorum, çabuk sıkılıyorum. Bana kitap önerir misin?” Sence insan, hangi kitapları seveceğini nasıl anlar? Bunun için kendilerine hangi soruları sormalılar?

“Neye ihtiyacım var? Bana ne iyi gelir?” sorusu yeterli bence. Sezgiler ve birazcık kendini dinleme potansiyeli varsa yanıt gelir. Bir de hangimizin kütüphanesi hayal kırıklıkları ile dolu değil ki? Bu bir deneme yanılma yolu, biraz emek işi; kitapları alacaksın, deneyeceksin, zaman ve bütçe ayıracaksın, kitapçı gezeceksin, olmadı yine deneyeceksin. Şimdi sosyal medya gücü ve bilgiye erişim kolaylığı var. Herkes deneyimini paylaşıyor bağımsız bir şekilde. Eskiden gazetelerin eklerinde tanıtım bültenlerini ya da birkaç eleştirmenin yazısını kollardık ne var ne yok diye. Bir de türünün en iyilerini alıp okuman, inan üç ayını almaz şu anda neyi seveceğini anlaman için. İyi yazılmış bir kişisel gelişim ya da destek kitabını aldığında, bunun sana uyup uymadığını anlarsın. Long-bestseller kitaplarla başlayabilirsin işe.

Bir de insanın hayatının dönemselliği ve o dönemde sana neyin iyi geleceği de önemli Serda. Ben boşanmadan evvelki yıl kurgu alanında deli gibi sadece ve sadece polisiye ve bilimkurgu okudum mesela. Bana iyi geliyordu, şimdi belli başlı yazarlar dışında okuyamam. Şu anda ise sanat kitapları okumak iyi geliyor. O dönem bana sanat kitaplarını tutuştur bakalım, ne yapıyordum? Yani yine mesele dönüyor dolaşıyor “Nosce Te Ipsum”a geliyor, yani “Kendini Bilme”ye…

Kişisel gelişim alanına çok ilgilisin, son yıllarda bu konuda yazılan kitapların sayısında dikkate değer bir artış var. Bu alanda kitap seçerken, nelere dikkat edilmesini önerirsin?

Ben bu anlamda çok şey okudum, gerçekten. Tamam belki seneler seneler sürmedi bu mevzudaki okur yolculuğum ama kendimce uzundu. Bir de ben bir dönem kitapçılık da yaptım biliyorsun, yayımlanan ve dolaşımda olan her şey elimin altındaydı. O anlamda çok satan ya da çok rağbet gören kitapların ya da yazarların bende karşılık görmediğine de şahit oldum. Şimdi bu şöyle bir şey, “bilinç seviyesi” diye bir gerçek var. Burada bir sınıflandırma ya da ayrım yapmıyorum, yanlış anlaşılmasın. Sonuçta hem genlerimizle hem de toplumsal yetişme tarzlarımızla hem de kişisel tarihimizdeki deneyimlerimizle hepimizin durduğu yer farklı. Yolu farklı, yönü farklı, baktığı yer de farklı. Benzeşebiliriz çok temel bir noktada. Ama gökdelen gibi düşünürsek bunu; hepimiz bir deneyimin içindeyiz, ama ne yazık ki gökdelende herkes ayrı katlarda, dolayısıyla manzara perspektiflerimiz de farklı. Yani benim ihtiyacım olan şey bir başkasına anlamsız gelebilir; benim “Çok ağır yahu bu” dediğim bir kitap ya da teknik, bir başkasına “eksik parça” diye şak diye oturabilir. Dolaysıyla bu işin bence temel birkaç kitabı ve ismi var, onları okuyarak nerede olduklarına bir bakabilirler. Bir de elbette kim yazmış bu kitabı? Nerelerden geçmiş, nasıl bir deneyim yaşamış, hangi kaynaklar ve anlayışlarla beslenmiş. Çok çok önemli bu…

Melis Aygen’in Numeroloji kitabını çalıştın. Nasıldı süreç?

Melis’le Kitap Ağacı’ndan tanışıyorduk, Ankara’da onu konuk etmiştik. Marilyn’le Beş Çayı romanı yayımlanmıştı ve bir şekilde devam ettik görüşmeye. Melis yeni roman hazırlıkları içerisindeydi. Ama iyi bir numerologtur kendisi aynı zamanda, eğitimlerini almıştır, sürekli yurtdışı kaynaklarından kendini geliştirir vs. Ben ona, “Bırak romanı şimdi, hadi biz numeroloji kitabı yapalım,” dedim. Türkçede yerli yazarlardan pek kaynak yoktu açıkçası bu kadar kapsamlı. Yabancı telifli eserlerden vardı, ama bence çok da bizdeki okuma kanonuna hitap etmiyordu. O da şaşırdı, “Yapar mıyız, eder miyiz, nasıl yaparız?” derken başladık. Melis gerçekten çok çok çalışkan biri, disiplinli, iradesi kuvvetli. Çok kısa zamanda kaynak tarama, çatı kurma, neyi ne kadar nasıl anlatacağız, yaz, gönder, düzelt, revize basamaklarıyla 630 sayfalık ilk kapsamlı Numeroloji Kitabı çıktı. Pika Yayın sağ olsun harika bir şekilde yayımladı.

Numeroloji Kitabı benim için o anlamda inanılmaz bir tecrübe. Sıfırdan, tek cümlesi dahi yokken, sadece bir fikirken mevcut olmuş ve her aşamasında içinde olduğum bir başucu kitabı. O anlamda bana güvendiği ve inandığı için önce Melis Aygen’e, sonra da Pika Yayın’a çok çok teşekkür ediyorum.

Son sorumuz, senin için neler mümkün?

Varoluşumuzu hissetmek, yaşamak ve bu dünyaya olduğu gibi ve olduğumuz gibi şahitlik etmek mümkün. Kalplerimizi tam da şimdi bütün hissetmek mümkün. Sevgiyi seçmek ve sevgide kalmak, bunu başardıkça cennet dediğimiz o eşsiz tatmini bu harika yaşam alanında deneyimlemek mümkün. Değişebiliriz, dönüşebiliriz, dün istediğimizi bugün öteleyebiliriz. Yeter ki değerlerimiz ve anahtar kelimelerimiz olsun, kendimiz olmak mümkün…

 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

serda-kranda-kapucuoglu_
Kitap projeleri, yayın danışmanlığı, yazar koçluğu ve geliştirici editörlük yapıyor. Jungian Koç. Birdenbire adlı ilk romanını 2022’de yayımladı. Kurucusu olduğu ZB Akademi’nin Serda Kranda Akademi markası altında hem kurumlar hem de bireyler için editörlük ve yazarlık atölyeleri düzenliyor, editoryal danışmanlık veriyor. 21 Gün Okuyanları adlı okuma kulübünün kurucusu. Mümkün Dergi’nin ve 360 derece editörlük ve yayın danışmanlığı hizmetleri veren Mümkün Ajans’ın kurucu ortaklarından. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve psikolojiyle ilgileniyor. 1979 İstanbul doğumlu. Evli, kedili ve iki kız annesi.