Aktüalite

Benim soluduğum senindir, senin soluduğun benim

Şamanlar ormana girmeden önce bir ağaca üç kere tıklatırlardı ve hafifçe mırıldanırlardı: “Ulu Kayra Han’ın adıyla. Ey ormanın iyesi… Ey ağaçların hanı… Ey kardeşim. Benim soluduğum senindir, senin soluduğun benim. Biz bir aileyiz. Aile saygı ister bilirim. O nedenle evine girmem için izin isterim.”

İklim krizinin direkt yansımalarıyla henüz tam anlamıyla yüzleşmeye başlamadığımız için yeni adımlar atmakta ya da adımlarımızı daha kararlı atmakta ağır davranıyoruz. Mevcut gidişatın gösterdiğine göreyse doğayı korumak çok yakın bir gelecekte hepimizin öncelik sıralamasında başa yerleşecek. Çünkü iklim değişimi; beslenme, çalışma, ısınma ve elektrik gibi en temel ihtiyaçlarımıza dahi ulaşımımızı engelleyecek. Eko-anksiyete konulu haberde maalesef gittikçe ciddileşeceği öngörülen bu sürecin spiritüel ve psikolojik yansımalarını yazmış, kendimizi korumak için yapabileceklerimizden detaylıca bahsetmiştim. Şimdiyse sıra; doğa, Gaia ve insanlık için yapabileceklerimizde.  

Bir tahmine göre iklim değişikliği sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı yılda 300.000 kişi. Bünyesinde en stabil ekonomileri barındıran Avrupa’da ise gaz ve elektrik fiyatları geçen yıla oranla ikiye katlandı; hatta aynı sene içinde %360 artan bile var. Başlıca sebepleriyse belli; gaz stokları azaldı, fabrika çıktılarının çoğu yenilenebilir değil ve karbon fiyatları yükseldi. Hepsi de iklim değişimi temelli ve harekete geçmek için hem çok yavaş davranılması hem de durum buyken hâlâ aşırı ve bilinçsiz tüketimin pazarlanmaya devam edilmesi bu artışların devam edeceğini gösteriyor. Hayata dair her şeyde olduğu gibi doğayı koruma sürecinde de her parça birbiriyle bağlantılı ve dikkat edilmesi gereken ilk konu biyoçeşitlilik.

BİYOÇEŞİTLİLİK

Çıplak gözle görebildiğimiz tüm bitki ve hayvanlardan göremediğimiz tüm mikro organizmalara kadar birbiri içine geçmiş ve birbirlerinin varlığından dolaylı ya da direkt olarak etkilenen canlılar bütünün bir parçasıyız. Parçalarının sürekli etkileşim ve iletişim halinde olduğu bu inanılmaz genişlikteki ağın, sistem için tehlike yaratan tek canlıları olma özelliğini de taşıyoruz. Mark Twain’in cennete ilham olan yer dediği muazzam güzellikteki bir ada olan Mauritius ile ilgili Carlo Petrini ve Stefano Mancuso “Biyoçeşitlilik” adlı kitapta (Yeni İnsan Yayınevi) hayli enteresan bir bilgi veriyor: “Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi burada da şeker kamışı ekimi yapabilmek için ormanların kesilmesine karar verilmiş ve son 20 yılda bu öyle anormal ve anlamsız şekilde yaygınlaşmış ki artık, biyoçeşitliliğin en yüksek olduğu yerlerden biri olan bu bölgede yaşayan insanlar bile Hindistan’dan gelen pirinç ve Madagaskar’dan gelen büyükbaş hayvanlar olmadan yaşayamıyor! Hatta kahveyi bile ithal etmek zorundalar! Bu durum, Dünya’nın geleceği için de ne yazık ki örnek teşkil ediyor.”

Bilim insanları biyoçeşitlilikteki düşüşün bu yüzyılın sonuna kadar her on canlı türünden birinin yok olmasına neden olacağını söylüyor. Biyoçeşitliliği korumak içinse atabileceğimiz en önemli adımlar karbon salınımımızı düşürmek ve mümkün olduğunca atıksız yaşamak.

KARBON SALINIMI

Karbon; güneşten yıldızlara, hava, su, toprak ve yediklerimizden bedenimize kadar her yerde var olan bir element. En parlak hali elmas olan karbon; atmosferde karbondioksit, karada ise kömür ve petrol gibi maddelerin temelinde bulunuyor. Doğal miktarda karbondioksit ekosistemimizin korunmasında önemli rol oynasa da sanayi, nüfus artışı, ulaşım, orman kıyımı, hayvancılık, sentetik gübre kullanımı ve kömür, doğalgaz ve petrol gibi fosil yakıtların kullanımı gibi sebeplerle bu oran gittikçe yükseliyor. Biriken tüm diğer sera gazlarıyla da birleşerek aşırı hale gelen bu salınım, atmosferde sera etkisi yaparak dünyaya çarpıp uzaya dönmesi gereken güneş ışınlarının atmosferde kalmasına sebep olarak dünyanın daha fazla ısınmasına yol açıyor. Yani, sera gazı ne kadar çoksa dünya da o kadar sıcak oluyor. Bunun sonucunda; tatlı su kaynağı olan buzullar eriyor, deniz seviyeleri yükseliyor. Erozyon, sel, kasırga, tarım topraklarında kirlilik; insan, kuş, balık ve bitki türlerinin yaşam alanlarının yok olması gibi tehlikeler artıyor. Diğer yandan, ormanlar yok oldukça orada barının yaban hayatın yaşam alanları da iyiden iyiye daralıyor ve bu da onların insanlarla olan etkileşimini arttırıyor. Bu da yeni tehlikeler ve yeni salgınların insanlığı beklediğini işaret ediyor. Karbon salınımını azaltmazsak; pirinç, mısır, buğday gibi temel besinleri bile yetiştirmekte zorlanacağız; hatta soluduğumuz hava bile tehlikeye girecek.

Peki karbon salınımını nasıl azaltabilir, karbon ayak izimizi nasıl küçültebiliriz? Plastik poşet gibi ürünlerden uzak durarak bez çanta kullanımını yaygınlaştırmalı ve marketlerde önceden paketlenmiş meyve/sebze yerine açık olanlardan almalıyız. Evlerimizde A sınıfı beyaz eşyalar ve tasarruflu led ışıklar kullanmalı, ısı ve enerji tasarrufu için izolasyon ve kaçağa dikkat etmeliyiz. Kişisel araç ve uçak gibi çok fazla karbon emisyonuna neden olan araçlar yerine mümkün olduğunca toplu taşıma ya da elektrikli /hibrid araç kullanmalı, birden fazla kişi olarak seyahat etmeliyiz; uzun yolculuklarda da mümkünse havayolu yerine tren ya da otobüs gibi seçeneklere yönelmeliyiz. Unutmamalıyız ki ucuza aldığımız hiçbir ürün ya da fast food’u asla ucuza almıyoruz. Cebimizden çıkan tutarı hesaplarken sırf onu üretebilmek için harcanan ciddi miktarlardaki enerjiyi, doğal kaynakları, taşıması için salınan karbonu ve daha birçok parametreyi hesaba katmıyoruz. Harcamalarımızda o ürünü ne kadar kullanacağımız ve ihtiyacımız olup olmadığını göz önünde bulundurmak ve gerektiği kadarını almak, karşılığında verdiğimiz önemli giderleri azaltmada hayli etkili.

Fotoğraf:Vlada Karpovich-Pexels

ATIKSIZ YAŞAM

Geri dönüşüm gelişmiş ülkelerde sıkça yapılan, dünyada da önemi fark edildikçe yaygınlaşan bir sistem. Avrupa genelinde çöplerin yaklaşık yüzde 40’ı geri dönüştürülürken, bu alanın dünya lideri Almanya’da oran yüzde 60’ın üzerinde. Bu bilincin yerleşmesi içinse disiplin elden bırakılmıyor; öyle ki, çöplerinizi siz ayırsanız bile komşunuz ayırmıyorsa tüm apartman sakinlerine ceza uygulanıyor; hatta Berlin gibi bazı eyaletlerde geri dönüşüm yapmayan apartmanların çöpleri bir süre toplanmıyor. Plastik, kâğıt, cam, ambalaj, teknoloji, gıda, tekstil gibi birçok maddeyi çöpe atmak ve atık üretmek yerine geri dönüşüm kumbaralarına atmak onların üretimi için harcanan enerji miktarını önemli ölçüde azaltıyor; kirliliğin önüne geçiyor ve ülke ekonomisine, doğaya ve maliyetlere önemli katkı sağlıyor. Geri dönüşüm olduğu gibi ileri dönüşüm de hayli önemli; bozulan teknolojik aletleri hemen atmak yerine tamir etmek; kıyafetleri zevke göre kesip biçmek ve boyamak ya da artık kullanılmayan bazı ürünleri dekor amaçlı yeniden elden geçirmek mümkün. Kitapları eski usul hissederek okumayı seviyorsanız mesela, diğerleriyle değiş tokuş yapmak da gayet iyi bir seçenek. Sadece dönüşümde değil, satın alırken de atıksız yaşama katkı sağlamamız mümkün. Örneğin; temizlik malzemeleri, deterjanlar ve kozmetik ürünleri gibi sık kullanım yaptığımız ve toksik madde dolu birçok üründe doğal olanları tercih ederek bedenimize ve suyumuza daha fazla kimyasal atığın karışmasını engelleyebiliriz. Atıksız yaşam sadece hükümetlerin değil, markaların da katkı sağlayabildiği bir süreç. Gerek üretim süreçlerinde gerekse de müşterilerden eski ürünleri geri alarak atıksız yaşama katkı sağlayan markaları desteklemek ve teşvik etmek elimizde.

İnsanların beslenme hususu da doğa için hayli önemli. “Vejetaryenler nasıl yaşıyor, ben etsiz hayatta yapamam” diyenlere bir iyi bir de kötü haberim var. Kötüden başlıyorum; bunu çocukların yanında söylemeyin çünkü o daha muhtemel, bu gidişle ete ulaşmak imkânsız hale gelecek. İyi haberse, etsiz de yaşam mümkün; hem de gayet sağlıklı. Soya ya da bitki proteinlerinden elde edilerek etin tadı, dokusu, rengi, yapısı ile ayırt edilemeyecek kadar birebir benzeri yiyecekler yapılıyor ve yapıldıkça ucuzluyor, yaygınlaşıyor. Peki, bu niye bu kadar önemli? Tabii ki hayvanlara yapılan zulüm, insanlık dışı uygulamalar, bu kadar travmatik büyüme, üreme ve kesim süreçlerinden geçen hayvanların etini yiyor olmaktan kaynaklanan enerjetik bozulmalar gibi sebeplerin yanında üretimleri için harcanan doğal kaynakların miktarı da hayli fazla. Örneğin, yalnızca bir kilo büyükbaş eti üretmek için harcanması gereken su miktarı 15.415 litre! Karşılaştırma olması açısından, bu miktar sebzeler için 322 litre. Dolayısıyla, birtakım alışkanlıklarımızın yerine yenilerini koymak için doğada hâlâ imkân mevcutken, bu fırsatı değerlendirmek ve hayvansal et tüketimini mümkün olduğunca azaltmak her bakımdan faydalı.

Greta’nın da dediği gibi artık daha fazla bekleyemeyiz. Artık değerli ve azalan kaynaklarımızı, sırf kendi kârı için, kuralsız ve gereksiz harcayan şirketlerin eline bırakamayız. Satın aldığımız her üründe hayatımızı, gezegenimizi, doğal kaynaklarımızı ve geleceğimizi takas ediyoruz. Üretim ve tüketim hırsının önüne geçmemiz şart. Devletler, şirketlere doğal kaynakların tüketimi ve karbon salınımları doğrultusunda daha yüksek vergiler getirmeli; bütçe planlamalarında doğaya daha çok yer vermeli, ormanların kıyımına asla izin vermemeli ve vatandaşları doğru bilinçlendirmeli. Bizlerse kaynaklarımızı tasarruflu kullanıp, adımlarımızı bilinçli atarken aynı hassasiyeti çevremizden de beklemeliyiz. Her şeye rağmen, geri dönüşü olmayan bir noktada değiliz. WWF’nin yayımladığı Enerji Raporu’na göre, 2050 yılına geldiğimizde küresel enerji ihtiyacının neredeyse tamamının yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamamız mümkün.

Yıllar yıllar önce; kendi yaşam döngülerini doğanın döngülerine eşleyen, yerden tek bir sebze, ağaçtan tek bir meyve koparmak için ondan izin isteyen, teşekkür ve şükranlarını eksik etmeyen şimdi sayıları bir hayli azalmış Aborjinler yaşardı dünyada. İşgalci, yıkıcı ve sömürücü olanlar geldi; çaldı, yaktı, yıktı ve yok ettiler saygısız ve izinsizce girdikleri evleri. O dönemin yıkıcılığı da şimdinin açgözlü insanı gibi ve artık yarattığı tahribat, döndü dolaştı ve tıkanmaya zorluyor sistemi. Yeni sistemlerin mecburi eşiğindeyiz; görünen o ki daha bilinçli ve alçakgönüllü olmayı öğrenmeden de göçüp gitmeyeceğiz. Bu yolda şimdilik kolay gözüken alışkanlıklarımızı değiştirmek, bireysel hareketi faydasız görmeden elimizden geleni yapmak, hâlâ mümkünken değişimi sağlamak soluduğumuz nefes kadar gerekli.

Yoksa, olmasın sonumuz o meşhur Kızılderili atasözündeki gibi:  

Son ırmak kuruduğunda,

Son ağaç yok olduğunda

Ve son balık tutulduğunda

Anladı beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu…

KARBON AYAK İZİNİZİ ÖLÇMEK İÇİN TIKLAYIN

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozge-ureyen
Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini psikoloji alanında, kurumsal kariyerini danışmanlık ve Getir şirketlerinde tamamladı. Psikolog ve yazar kimliklerini ruhsallıkla birleştirerek yazılarını kaleme alıyor.